jump to navigation

Dede Korkut’tan Eylül 16, 2013

Posted by Aybars in Adalet, Adamlık, Ahlâk, Aile, Akrabalık, Alperenler, Birlikte çalışma, Dayanıklılık, Dürüstlük, Düşküne kucak açma, Devlet, Din, Hoşgörü, Kimsesizlere yardım, Saygı-sevgi, Sözünde durma, Sevgi, Sorumluluk, İnsanlık.
add a comment
Hey oğul!
Azını gören, çoğunu bilen, sözünü diyen oğul... 
Sen sen ol, el sözüyle yola çıkma... 
El sözüyle yola çıkan, el yolunda yorulur. 
Can oğul... El pusatı keskin olsa bile düşmana kör olur, seni kanatır. 

Sakın ha oğul, sakın ha... El ağzıyla söz deme, duyan sana değil ele inanır. 
El, elini tutan zayıf düşer... Elin eli, tutarda, senin elin tutamaz. 

Birlik el ele vererek olur. Doğrudur. 
Ama elin eline verenin birliği de, dirliği de bozulur. 
El atına binen tez iner... Elin atı nankör olur. El atıyla atalarının gittiği yere gidemezsin... 

Ne Asya, ne Avrupa, ne de Ortadoğu... 
Ola ki çok bilmişler, el atını sevmişler, sana "hadi sende" deseler de aldanma. 
Onlar atsız kalır, yaya giderlerde gocunmazlar... 

Güzel oğul. Senin baktığın yere, elin gözüyle bakma ha...
El kem bakar. El dar bakar. El hain bakar. Bil! 
Senin görmek istediğin elin gözünde yoktur. 
Vatan, Millet, Bayrak, Vatan sağ olsun diyen adam bunları duydun. 
Dört kıta da on binlerce at sesi arasında mazlumun sesini duydun, mazluma kulak verdin... 
Sen zalimin sesine kulak asmadın... Zalimi duymadın. Zalimle bir olmadın.
Elin kulağıyla duyma. Onlar duyacaklarını duyurmaz sana... Kendi duymak istediklerini duyurur. 

Hey oğul! Yürekli oğul. Elin yüreğiyle yüreklenmeyesin. 
Bak gör... Yüreksizdir el. Vicdansızdır. Yüreksizin yüreğini takınma. Vicdansız olma. 
El yüreği mangalda kül bırakmaz. Ateşiyle de seni yakar. 
Düşün! Onlar ele alışmıştır. Dilleri de eldendir, sözleri de, onlar gocunmazlar.
Onlar bu böyle gereklidir derler. Onlar söylerler. 
Çünkü beyinleri de elindir. El olma, elin olma, elden olma. El olan, elin olan, elden olma. 

El olan, elin olan, elini de, kolunu da, Vatanını, bayrağını, dinini, namusunu ve dahi devletini kaybeder. 

Dede Korkut
Hey oğul!
Azını gören, çoğunu bilen, sözünü diyen oğul…
Sen sen ol, el sözüyle yola çıkma…
El sözüyle yola çıkan, el yolunda yorulur.
Can oğul… El pusatı keskin olsa bile düşmana kör olur, seni kanatır.

Sakın ha oğul, sakın ha… El ağzıyla söz deme, duyan sana değil ele inanır.
El, elini tutan zayıf düşer… Elin eli, tutarda, senin elin tutamaz.

Birlik el ele vererek olur. Doğrudur.
Ama elin eline verenin birliği de, dirliği de bozulur.
El atına binen tez iner… Elin atı nankör olur. El atıyla atalarının gittiği yere gidemezsin…

Ne Asya, ne Avrupa, ne de Ortadoğu…
Ola ki çok bilmişler, el atını sevmişler, sana “hadi sende” deseler de aldanma.
Onlar atsız kalır, yaya giderlerde gocunmazlar…

Güzel oğul. Senin baktığın yere, elin gözüyle bakma ha…
El kem bakar. El dar bakar. El hain bakar. Bil!
Senin görmek istediğin elin gözünde yoktur.
Vatan, Millet, Bayrak, Vatan sağ olsun diyen adam bunları duydun.
Dört kıta da on binlerce at sesi arasında mazlumun sesini duydun, mazluma kulak verdin…
Sen zalimin sesine kulak asmadın… Zalimi duymadın. Zalimle bir olmadın.
Elin kulağıyla duyma. Onlar duyacaklarını duyurmaz sana… Kendi duymak istediklerini duyurur.

Hey oğul! Yürekli oğul. Elin yüreğiyle yüreklenmeyesin.
Bak gör… Yüreksizdir el. Vicdansızdır. Yüreksizin yüreğini takınma. Vicdansız olma.
El yüreği mangalda kül bırakmaz. Ateşiyle de seni yakar.
Düşün! Onlar ele alışmıştır. Dilleri de eldendir, sözleri de, onlar gocunmazlar.
Onlar bu böyle gereklidir derler. Onlar söylerler.
Çünkü beyinleri de elindir. El olma, elin olma, elden olma. El olan, elin olan, elden olma.

El olan, elin olan, elini de, kolunu da, Vatanını, bayrağını, dinini, namusunu ve dahi devletini kaybeder.

Dede Korkut

Sabah Namazını Kaçırdığı için Kendini Azarlayan Sultan Aralık 24, 2008

Posted by Aybars in Din.
add a comment
 
Rivayet odur ki, Sultan Üçüncü Murad, bir vakit sabah namazını kaçırmış ve içinde duyduğu hicran bir şiir olarak karşımıza çıkmış.

 

işte o şiirin tam sözleri:

uyan ey gözlerim gafletten uyan
uyan uykusu çok gözlerim uyan
azrail’in kastı canadır inan
uyan ey gözlerim gafletten uyan
uyan uykusu çok gözlerim uyan

seherde uyanırlar cümle kuşlar
dillu dillerince tesbihe başlar
tevhid eyler dağlar, taşlar, ağaçlar
uyan ey gözlerim gafletten uyan
uyan uykusu çok gözlerim uyan

semavatın kapuların açarlar
müminlere rahmet suyun saçarlar
seherde kalkana hülle biçerler
uyan ey gözlerim gafletten uyan
uyan uykusu çok gözlerim uyan

bu dünya fanidir sakın aldanma
mağrur olup tac-u tahta dayanma
yedi iklim benim deyu güvenme
uyan ey gözlerim gafletten uyan
uyan uykusu çok gözlerim uyan

benim, murad kulun, suçumu affet
suçum bağışlayub günahım ref’et
resul’un sancağı dibinde haşret
uyan ey gözlerim gafletten uyan
uyan uykusu çok gözlerim uyan

 

Güney Afrika’da Osmanlı torunları Eylül 27, 2007

Posted by Aybars in Akrabalık, Alperenler, Devlet, Din, Diğergamlık, Emanete sahip, Girişimcilik, İnsanlığa hizmet.
3 comments

Güney Afrika’daki Osmanlı Torunları…

Türk Hava Yolları son yıllarda inanılmaz bir gelişme içerisinde. Bir yandan uçak filosunu sürekli yeniliyor diğer yandan uçuş noktalarını artırıyor.

Son birkaç yıl içerisinde 30’a yakın yeni noktaya uçan THY’nin büyüme zincirinin en son ve en yeni halkası Güney Afrika oldu. THY’nin 4 yıl aradan sonra yeniden uçak seferleri başlattığı Güney Afrika’ya uçan heyette bir grup medya mensubu, işadamı ve bürokratla birlikte biz de yer aldık.

Dev gövdeli uçağın ilk yolcuları arasında çok sayıda da Güney Afrika’lı vardı. Güney Afrika Türkiye’ye yaklaşık 10 saat uçuş mesafesi olan, dünyanın öbür ucunda bir ülke.

Uçağımız önce 10 milyon nüfuslu Johannesburg’a, ardından da 4.5 milyon nüfuslu turizm şehri Cap Town’a indi. Burada inanılmaz bir coşkuyla ve sevgi gösterileriyle karşılandık. Cap Town’da kaldığımız 3 gün içerisinde Güney Afrika’nın pek çok güzelliğini görme imkanı da bulduk. Penguen adasındaki sevimli penguenleri, Atlas okyanusu’ndaki kayalıklarda fok balıklarını, Hint Okyanusu’yla Atlas Okyanusu’nun birleştiği nokta olan Ümit Burnu’nu ve pek çok önemli mekanı gezdik.

Güney Afrika’daki Osmanlı nesli…

Güney Afrika gezisinin benim açımdan en ilginç tarafı ise Osmanlı neslinden gelen Efendi ailesini tanımak oldu. Ben sizlere kısaca Efendi ailesini tanıtayım:

1870’li yıllar…

Güney Afrika İngiltere sömürgesidir… Osmanlı Devleti ise Ulu Hakan Abdülhamid Han’ın idaresindedir…

İngilizler binlerce Malezyalı ve Endonezyalı köleyi Güney Afrika’ya getirir… Ancak bu Müslüman köleler arasında dini konularda büyük bir boşluk ve kargaşa oluşur. Dönemin İngiltere kraliçesi bu konuda Osmanlı Devleti’nden yardım ister…

Abdülhamid Han, çok güvendiği ve dini bilgisinden emin olduğu Ebubekir Efendi’yi Güney Afrika’ya gönderir.

Ebubekir Efendi dini ilimler konusunda yüksek bilgisi olan hem çok kültürlü hem de çok takva bir alimdir. Aynı zamanda baba tarafından seyyiddir…

Güney Afrika’ya gelince bölge halkına İslamiyeti tebliğ konusunda stratejik adımlar atar. Mesela ilk işi burada halkın konuştuğu dilleri öğrenmek olur. Kısa sürede 7 dil öğrenir. Hem Batılılarla hem Afrika yerlileriyle hem de Malezya ve Endonezya’dan getirilen Müslüman esirlerle kolay diyalog kurar.

Bu arada birkaç stratejik evlilik yapar ve bazı etkili topluluklarla akrabalık bağları da kurarak Cap Town şehrindeki etkinliğini artırır. Ebubekir Efendi’nin gayretleri sonucunda pek çok insan İslam’la tanışır.

Malezyalılar ve diğer Müslüman unsurlar kimliklerini yaşatma imkanı bulur. Bugün yaklaşık 4.5 milyon nüfuslu Cap Town şehrinin yüzde 30 kadarı müslümandır. Şehrin pek çok yerinde kiliselerle birlikte camiler de var.

Güney Afrika’da Efendi adı adeta bir efsaneye dönüşmüş. Ebubekir Efendi’nin halen yüzlerce torunu bulunuyor. O torunlardan biri olan Kerime hanımla THY’nin açılış yemeğinde tanıştık.

Konuşkan, cevval orta yaşlı bir kadın.

Osmanlı’ya, Türkiye’ye, Türklere karşı büyük sevgi hisleri var. Konuşmasındaki heyecandan bunu hissettim. Kerime hanım bir Alman’la evli. Fakat kızı İnci hanımı Türk işadamı Levent Şenol beyle evlendirmiş. En yakın zamanda Türkçe’yi öğrenmek istediğini söylüyor.

Ebubekir Efendi’nin torunları arasında Türkçe’yi güzel konuşan bazı kimselerin de olduğunu öğreniyoruz. İnşallah onları bir sonraki güney Afrika ziyaretimizde bulup konuşacağız. Eminim çok ilginç bazı hayat hikayeleri çıkacak.

Abdülhamid Han’ın Güney Afrika’ya gönderdiği din alimi Ebubekir efendi hayatı boyunca burada kalmış. Mezarının da Cap Town şehrinde olduğu söyleniyor.

Geçtiğimiz yıl Güney Afrika’yı ziyaret eden Başbakan Erdoğan, bu konuyla da yakından ilgilenmiş. THY Başkanvekili Hamdi Topçu da aynı şekilde konuyla yakından ilgileniyor ve Cap Town şehrinde, Ebubekir Efendi’nin ve Osmanlı’nın adını yaşatacak olan bir kültür evi ve anıt mezarın yapılması için gayret gösteriyor.

Eyalet Başbakan’ından anlamlı mesajlar

Cap Town’daki ziyaretimiz sırasında bölge Eyalet Başbakanı İbrahim Resul’le de tanışıp kısa bir süre de olsa sohbet etme imkanı bulduk. O da Türkiye-Güney Afrika ilişkilerinden sözederken hemen Ebubekir Efendi’nin hizmetlerinden bahsediyor.

İbrahim Resul bey Malezya kökenli bir Müslüman devlet adamı. Son derece bilgili, kültürlü, entelektüel bir kişi. Türkiye’deki gelişmeleri yakından takip ediyor. Başbakan Erdoğan’la yakın dostlukları var.

Güney Afrika’dan bakınca Türkiye’yi nasıl gördüklerini sorduğumda, aslında dışımızdaki dünyanın Türkiye’yi ne kadar yakından takip ettiğini bir kez daha görme imkanı buldum. Türkiye’de bazı kimseler çeşitli zırvalarla ve ipe sapa gelmez konularla gerilim çıkarmaya devam ederken, dış dünya olup biteni büyük bir dikkatle takip ediyor.

Eyalet Başbakanı İbrahim Resul, 27 Nisan muhtırasından 22 Temmuz seçimlerine ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına uzanan süreci, yaşanan rejim tartışmalarını bize tek tek anlattı. Seçimlerden güçlü bir iktidar çıkmasına, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesine, Türkiye’deki demokratikleşme sürecine çok olumlu baktıklarını söyledi.

Bir şey daha öğrendik; Başbakan Erdoğan’ın geçtiğimiz yıl Güney Afrika’ya yaptığı ziyaret iki ülke arasındaki ilişkileri çok olumlu etkilemiş. Örneğin Güney Afrika’ya ihracatımız yüzde 85 artmış. Halen iki ülke arasında 2.5 milyar dolara yakın bir ticaret hacmi bulunuyor. THY’nin 4 yıl aradan sonra yeniden başlattığı uçak seferleriyle, iki ülke arasındaki ilişkilerin hızla artması bekleniyor.

Battaniye Kralı Türk işadamı…

Halen Güney Afrika’da az sayıda Türk işadamı bulunuyor. Türk işadamları arasında öne çıkan en önemli isim Levent Şenol. Sivaslı genç işadamı Levent Bey, 18 yıl önce geldiği Güney Afrika’da şimdi dünyanın 3. büyük battaniye üreticisi olmuş. İlk önceleri eşarp ticaretiyle daha sonra Türkiye’den battaniye ithalatıyla işlerini büyüten Levent Şenol şimdi Cap Town’daki dev fabrikasında günde 3 vardiya üretim yapıyor, 400 kişiye istihdam sağlıyor ve 20 milyon doları aşkın ciro gerçekleştiriyor. Levent Şenol’un yanı sıra birkaç küçük çaplı battaniye üreticisi Türk işadamının olduğunu öğrendik. Yine gıda ve tekstil alanında faaliyet gösteren Türk işadamları var.

Türk okulları Güney Afrika’ya da gelmiş…

Dünyanın dört bir yanındaki Türk okulları güney Afrika’yı da ihmal etmemiş. Star adını taşıyan Türk okulunda ana sınıfından lise son sınıfa kadar modern bir eğitim veriliyor. Cap Town havalimanında bizleri Türk ve Güney Afrika bayraklarıyla karşılayan sevimli siyahi çocukların bu Türk okulunda okuduğunu öğrenince okulu mutlaka ziyaret etmeye karar verdik ve burada duygu dolu anlar yaşadık. Çocuklar bizlere Türkçe şiirler okudu, şarkılar söyledi.

1870 yılında Osmanlı Devleti’nin buraya gönderdiği Ebubekir Efendi’den sonra, çağdaş Alperen Dervişler ilimle, irfanla, eğitimle yeniden Güney Afrika’ya gelmişlerdi. Tıpı Ebubekir Efendi’nin önce kalpleri ve gönülleri fethederek hizmetini sürdürmesi gibi, Türk okulları da samimiyet ve ihlasla buradaki eğitim hizmetini sürdürüyor. Yakın bir gelecekte bu okullardan mezun, Türkçe konuşan, Türkiye’yi seven yüzlerce genç mezun olacak.

Cap Town’daki okulla birlikte, Güney Afrika genelinde 4 Türk okulu faaliyet gösteriyor ve bu okullarda bin öğrenci öğrenim görüyor.

Seyfullah Türksoy
www.turksoylaipekyolu.com

SEVGİ MEDENİYETİ Mayıs 18, 2007

Posted by Aybars in Adalet, Ahlâk, Aile, Akrabalık, Bekarlara yardım, Birlikte çalışma, Canlılara hizmet, Dürüstlük, Din, Diğergamlık, Edep, Hastalara yardım, Kimsesizlere yardım, Komşuluk, Saygı-sevgi, Sevgi, Yardımlaşma, İnsanlığa hizmet, İstanbul efendisi.
add a comment

Zeki Soyak

 Bir toplumda insanî ilişkiler ve insanların diğer canlılara ve doğaya karşı tutum ve davranışları, o toplumun inanç, örf ve adetlerinin, gelenek ve göreneklerinin göstergesidir. Yüzlerce yıl bir arada yaşayan insanlar, aynı mahalleyi, aynı köyü, aynı şehri yurt tutmuş bir çok müşterekler edinmişlerdir. Aynı acıları, aynı sevinçleri paylaşmışlar, toplum hafızasında unutulması mümkün olmayan hatıralar ve izler bırakan nice hadiseleri beraber yaşamışlardır.

Bu paylaşımlar, yüzlerce yıl süren bu beraberlikler, yaşanılan topraklarda yeni yeni medeniyetlerin doğmasına, gelişip büyümesine vesile olmuştur. Medeniyetlerin oluşmasında elbette en büyük etken DİN’dir. Dinsiz, inançsız bir toplumun kalıcı ve etkileyici bir medeniyet tesis etmesi asla mümkün değildir. Geçmişte birçok kavimler çok büyük toprak parçalarını ele geçirmiş, çok geniş topraklar üzerinde de büyük devletler kurmuşlardır. Ne var ki bu devletler uzun müddet ayakta kalamamış, arkalarında acı, vahşet ve dehşet bırakarak tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Bir müddet ayakta kalabilenler; sömürü, vahşet ve zulüm çarklarını döndürebilenler ise, insanlığa bir müddet daha acı çektirmekten öte bir şey yapmamışlardır. Sebep, ya dinsizlikleri, ya mensup oldukları dinin gereğine göre hareket etmemeleri, ya da dinlerini kendi heva ve heveslerine göre tahrif etmeleridir. İnançlı ve inancının gereğini yaşayan toplumların meydana getirdikleri medeniyetler ise, devletleri zeval bulduktan sonra da etkilerini ve varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Medeniyet deyince elbette ilk akla gelen İSLAM MEDENİYETİ’dir. İnsanlık onun gibisine asla şahit olmamıştır. Bundan sonra da olamayacaktır. Çünkü İslam medeniyeti, Allah’ın varlık ve birliğine ve ahiret gününe iman gibi yüce bir inançtan beslenmektedir. Bu inanca sahip fert ve toplumlar sadece dünyalarını mamur etmek için değil, daha da önemlisi ahiretlerini mâmur etmek, ebedi saadete kavuşmak için çaba gösterirler. Nefislerine, çıkarlarına göre değil, dinlerinin emir ve yasaklarına göre hareket ederler. Yüce kudret karşısındaki bu teslimiyet; kargaşaları, kavgaları önleyerek birlikte çalışmayı, yardımlaşmayı, karşılıklı hak ve hukuka riayeti, insanî ilişkilerde hoşgörüyü, diğergamlığı, karşılıklı muhabbeti ön plana çıkarır. Çünkü merkezinde insan vardır. İnsana önem verir. İnsana da kendi emrine verdiği diğer varlıkları korumayı, doğaya karşı saygılı olmayı ve onlardan ancak meşru yoldan, dinin müsaade ettiği ölçülerde faydalanmayı emreder. Böylece sadece insanlar arasında değil, bütün varlıklar arasında akıllara durgunluk veren bir ahenk tesis edilmiş olur. İşte bu ahenkler cümbüşünden, kıyamet sabahına kadar devam edecek olan, insanlığın her devirde ve her şartta istifade edeceği, etkileneceği, dönüp dolaşıp neticede karar kılacağı İslam medeniyeti vücut bulmuştur.

Bu medeniyet sevgi medeniyetidir. Hoşgörü medeniyetidir. İsar medeniyetidir.  Hukuk medeniyetidir. Ahlak medeniyetidir. Hizmet medeniyetidir.

Bu medeniyetin muharrik gücü muhabbettir. Allah Teâlâ’ya, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhabbettir.

Yaratan’dan ötürü yaratılana muhabbettir, onun için muhabbet yüce bir duygudur. Bitmeyen tükenmeyen bir enerjidir. Akılların yorgun düştüğü, bedenlerin mecalsiz kaldığı, ümit ışıklarının fersizleştiği ortamlarda fert ve toplumları yeniden derleyip toparlayan, sönmeye yüz tutmuş hizmet ateşini körükleyen, kulluk heyecanını coşturan muharrik bir güçtür. Muhabbete teşne olan kalbler, RAHMAN’ın kudret elinde, bütün kâinatı kucaklayan bir inşiraha ulaşarak, yaratandan ötürü yaratılanı sevmenin sırrına muttali olurlar. LATİF’in nice lütuflarına mazhar olarak nice LETAFETLER’le donanırlar.

Muhabbet ehli için, Mahbub’un yolunda her şeyini ve hatta canını feda etmek bile bir fedakarlık sayılmaz. Böyle bir iddia Mahbub’a karşı saygısızlık addedilir.

“Allah’a ve Peygambere itaat edenler, işte onlar, Allah’ın kendilerine in’am ettiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa/69) ayetinde verilen mesajı idrakle, muhabbetin itaat gerektirdiğini, itaat etmeyenlerin muhabbet iddiasının yalan bir iddia olduğunu kavrayarak, yaşantılarını Allah Teâlâ’ya, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve O’nun itaatle emrettiklerine itaat ederek TAÇ’landırırlar.

Sahabeden bir zat, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna gelerek; “Ya Rasulullah! Seni o kadar seviyorum ki sen aklıma gelince, hemen gelip seni görmesem canım çıkacak gibi oluyor. Sonra ahireti düşünüyorum, eğer cennete girersem, elbette senden çok aşağı mertebelerde olacağım. Senden ayrılmak bana çok zor geliyor. Ben cennette de seninle beraber olmak istiyorum.” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir şey demedi, sükut etti. Bir müddet sonra yukarıda zikredilen Nisa suresinin 69. ayeti kerimesi nazil oldu. Böylece, o sahabenin şahsında bütün müslümanlara, cennette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber olmak istiyorsanız, gerçekten onu çok seviyorsanız, Allah Teâlâ’ya ve O’nun Rasulüne itaat etmeniz gerekir mesajı verilmiş oldu.

Müslüman toplumlarda başka hiçbir toplumda görülemeyen o kadar güzellikler vardır ki, bu güzellikleri tâdât etmek mümkün değildir. Ne yazık ki birçoklarımız bu güzelliklerin farkında bile değiliz. Renk ve râyihâsı ile bülbüllerin mestolduğu bir gülistana, kargaların eşelenip deşelendiği pis kokulu bir mezbeleliği tercih edenler, ne utanç verici bir seçim yaptıklarının farkında değillerdir.

İslam’ın değerlerinden, İslam medeniyetinin güzelliklerinden yüz çevirip, Batının kokuşmuş yaşantısını tercih edenler, batıya özenenler, kendi değerlerinden, kendi güzelliklerinden habersiz zavallılardır.

Ecdadımız İslam’a bağlı kaldıkları, Allah Teâlâ’ya ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat ettikleri için hem huzur bulmuşlar ve hem de huzur vermişlerdir.

İnsanlara hizmeti bir ibadet kabul etmişler, bütün canlılara şefkat ve merhametle muâmele etmişlerdir. Onun için hem insanlara ve hem de hayvanlara, kuşlara hizmet gayesiyle sayılamayacak kadar vakıflar kurmuş, vakıf müesseseleri tesis etmişlerdir. Medrese, cami, tekke, kervansaraydan tutun da sokakta başı boş, sahipsiz hayvanların bakımına, göçmen kuşlardan hasta olan, yaralanan ve dolayısıyla vakti gelince göç edemeyenlerin tedavi ve bakımlarına, evlilik çağına gelen ve fakat fakirlik veya kimsesizlikten dolayı evlenemeyen gençlerin evlendirilmelerine, kimsesiz ve muhtaç çocukların ve yaşlıların barınmaları ve bakımlarına kadar çeşit çeşit vakıflar kurmuşlar ve bu vakıfların hizmetlerini devam ettirebilmeleri için her türlü imkanı sağlamışlardır.

Diğer taraftan birbirleri ile olan ilişkilerde, alışverişlerde, aile, akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık münasebetlerinde, yardımlaşmada, karşılıklı saygı ve sevgiye dayalı çok köklü bir gelenek ve görenek tesis etmişlerdir. Büyüklere karşı saygı, küçüklere sevgi ve şefkat, kadınlara bir ana olarak verilen değer, düşkünlere, kimsesizlere yardım, destanî boyutlara ulaşmıştır.

İnsanî ilişkilerdeki karşılıklı nezaket ve edeb büyük bir hayranlık uyandırmakta, insan bu muhteşem manzara karşısında gıbta ve hasretle iç geçirmektedir. Bu nezaket ve edeb “İSTANBUL EFENDİSİ” tabiri ile simgelenmiştir. Toplumumuz bu simgeye ne kadar muhtaçtır.

Ecdadımız gayrimüslimlere gösterdikleri hoşgörü ile de temayüz etmişlerdir. Onların idaresindeki müslim, gayrimüslim herkes adalet, şefkat, merhamet ve hoşgörüye muhatab olmuşlardır. Asla şiddet ve baskıya tabi tutulmamışlardır. Bu gerçeği gayrimüslimler bile takdirle yâd etmişlerdir.

Nitekim bir yabancı şu itirafta bulunmuştur: “Eğer Türkler hakimiyetleri altına aldıkları milletlere Hıristiyanların yaptıkları gibi zorla İslamiyeti kabul ettirmiş olsalardı, ki buna kimsenin itirazı olamazdı. Bugün ne Ermeni meselesi, ne Girit meselesi ve muhtemelen de ne de şark meselesi olurdu. Oysa Türkler bunu yapmadılar. Kur’an’ı Kerim’e uyarak herkesin kendi usulünce ibadet etmesine müsâde ettiler. Böylece Hıristiyan Avrupa’nın bizzat Hıristiyan kanı döktüğü ve inançları değişik olanlara vahşice zulüm yaptıkları bir devirde Osmanlı İmparatorluğu engizisyonun bulunmadığı, yakmaların ve sihirbazlık ithamlarının mevcut olmadığı yegâne memleket oldu. Hıristiyanlar tarafından her yerden kovulan, tard ve takip edilen Yahudilerin sığınabildiği tek memleket de Osmanlı ülkesi olmuştur. Bunlar da gösteriyor ki manevi bakımdan İslam ülkeleri Hıristiyan ülkelerinden çok daha iyi yaşama şartları bahşetmiştir.” (Yabancılara Göre Eski Türkler)

Görüldüğü gibi, bizi biz yapan değerlerimize sahip çıktığımız, dinimizin icaplarına göre yaşadığımız devirlerde sadece Müslümanların değil, gayrimüslimlerin de huzur bulduğu, inançlarına göre serbestçe yaşadığı bir sığınak olduk. Herkese, her varlığa hizmet götürmeyi, dürüst, ahlaklı, edebli olmayı, ilişkilerimizde hoşgörülü, nezaketli olmayı, diğergam olmayı toplum olarak hayat tarzı seçtik ve Müslümanlardan başka hiçbir toplumun tesis edemediği ve edemeyeceği İslam medeniyetini gerçekleştirdik.

http://www.ilkadimdergisi.com/162/basyazi.htm

Türkler ve Ermeniler: Bulanık Suların Ardında İki Toplum, Yüzyıllık Himayenin Meyvesi; Zehirli Elma… Mayıs 18, 2007

Posted by Aybars in Din, Yönetimde hoşgörü.
add a comment

27 Nisan 2006 –

 Öğr. Gör. Aybike Serttaş (Beykent Üniversitesi) [Arşivi]

 

21. yüzyılın genç ve dinamik devletlerinden Türkiye, kurulmuş olduğu 1923 tarihinden bu yana Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlam temeller üzerine oturttuğu Cumhuriyet’in temel direklerinin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesi için çaba sarf etmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti binlerce yıllık geçmişinden günümüze taşıdığı mirasını içinde bulunduğumuz yüzyılın sürekli değişen  koşullarıyla bütünleştirirken  birçok iç ve dış sorunu da aşmaya çalışmaktadır.Ülkemizin uluslararası arenada hak ettiği yeri almasında zaman ve güç törpüsü niteliği taşıyan bu sorunlardan biri Ermeni sorunudur.

1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Ermeni Cumhuriyeti bu tarihten sonra Türkiye’ye yönelik soykırım iddialarını devlet politikası haline getirerek tüm dünyaya mazlum millet portresi çizmeye çalışmış; başta ABD ve Fransa olmak üzere belli başlı devletleri ve uluslararası kamuoyunu Ermeniler lehine etkilemek için çaba sarf etmiştir.

Ermeniler’in savundukları iddialar üç başlık altında toplanmaktadır:

1.Ermeni anavatanı iddiası
2.Ermeni nüfus çoğunluğu iddiası
3.Tehcir değil katliam iddiası

Bu iddialar çerçevesinde Ermeniler’in amaçları iddialarının kabul edilmesine bağlı olarak Türkiye’nin yüklü bir tazminat ödemesini sağlamak; bunun da ötesinde Büyük Ermenistan’ı kurabilmek için Türkiye sınırları içinde bulunduğunu iddia ettikleri topraklarını geri almaktır.

Ermeniler bu amaçlarına ulaşabilmek için başta lobicilik olmak üzere sahte belgeler düzenlemek gibi faaliyetlere yoğunlaşmışlardır.Özellikle insan hakları konusunda hassas olan uluslararası kamuoyunu etkileyerek birçok ülkede soykırım anıtları diktirmeye,bazı okullarda sözde soykırım dersleri okutulmasına muvaffak olmuşlardır.

Devlet geleneği bulunmayan,yüzyıllarca çeşitli devletlerin boyunduruğu altında olan Ermeniler’in Osmanlı yönetiminin sonsuz hoşgörüsüyle altın çağlarını yaşayıp ”Millet-i Sadıka” olarak adlandırılmışken bugün soykırım iddialarını ilkokul çocuklarının kitaplarına kadar taşımaları nesilden nesle aktarılan bu nefretin kaynağının ne olduğu konusunda zihinleri zorlamaktadır.

Bu iddiaların bizzat Ermeni cemaati tarafından çürütülmeleri ise iddiaların asılsızlığı kadar çarpıcıdır.Şöyle ki Kandilli Ermeni Kilisesi Başkanı Dikran Kevorkan 7 Ekim 2000 tarihinde katıldığı Kanal 6’daki Ceviz Kabuğu  programında şu ifadeleri kullanmıştır: (1)

”Bugün dünya üzerindeki Ermeniler’in en rahatlıkla en güçlü şekilde kendi kimliklerini muhafaza ettikleri ülke Türkiye’dir. Atatürk’ün emanet ettiği Kuvay-i Milliye ruhuna haksızlık yapılmaktadır. Bütün bunlar dışarıdakilerin oyunudur. Ermeniler akıllıysa maşa olarak kullanılmasınlar.”

Ermeni sorununun ortaya çıkışından soykırım iddialarına varan tarihsel sürecin ele alındığı ”Türkler ve Ermeniler: Bulanık Suların Ardında İki Toplum, Yüzyıllık Himayenin Meyvesi; Zehirli Elma…” adlı bu  çalışmanın 1. bölümünde Ermeni sorununun ortaya çıkışı ve gelişimi; Ayastefanos ve Berlin Antlaşmaları, büyük devletlerin Ermeniler üzerindeki emelleri, Ermeniler’in kurumlaşmaları, 2. bölümünde Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Savaşı sırasındaki tehcir uygulaması, tehcir kararının alınmasına neden olan faktörler ve tehcir kanununun uygulanması,soykırımın tanımı ve Talat Paşa’ya atfedilen  soykırım emri iddiaları, 3. bölümünde de Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşayan  Ermeniler’in toplumsal ve kültürel kimlikleri büyüteç altına alınmıştır.

Sonuç bölümünde ise bugün dünyada etkin bir şekilde devam eden Ermeni propagandalarına değinilerek çalışma boyunca elde edilen bulgular doğrultusunda bir değerlendirme yapılmıştır. 

1. BÖLÜM

ERMENİ SORUNUNUN ORTAYA ÇIKIŞI VE GELİŞİMİ
 
 1.1.AYASTEFANOS VE BERLİN ANTLAŞMALARI

Tarih boyunca pek çok coğrafyayı yönetmiş olan Türkler idareleri altındaki hiçbir milleti Türkleştirmeye çalışmamış; onların din ve adetlerine saygı göstermişlerdir.(2)

Osmanlı idaresi, hakimiyeti altındaki halkların iç yapılarına müdahale etmemiş;haricen idare etmekle yetinmiştir.Bu sebepten imparatorluk  topraklarında azınlıkların muhtariyeti her bakımdan en ileri Avrupa memleketlerininkinden daha mükemmel olmuştur. 
İlim adamları Osmanlı imparatorluğunun iç düzeninin ”Mozaik  Teorisi” nin çerçevesine uygun olduğunu belirtmişlerdir:(3)
Buna göre Osmanlı mozaiği şu özelliklere sahiptir: Öncelikle, Osmanlı otoriteleri teb’ası üzerinde sadece siyasi iddialarda bulunmuşdevletin uyruklarından beklediği padişahlarına sadakat,vergi mükellefiyeti ile barışın ve düzenin devamıyla sınırlı kalmıştır.Ayrıca Osmanlı fethettiği toprakların halkından imparatorlukta kültürel türdeşlik sağlanması yolunda herhangi bir gayret göstermelerini istememiştir.
İkinci olarak Osmanlı, bu mozaiğin parçalarını oluşturan ünitelerin sosyo- ekonomik geleneklerini de parçalamamaya özen göstermiştir.Osmanlılar’ ın yeni bir şehir veya bölgeyi fethettiklerinde yaptıkları tek değişiklik daha adil bir düzen getirmek amacıyla yapılmıştır.(4)
Bu anlayış çerçevesinde,Osmanlı yönetiminde altın çağlarını yaşayıp sadakatlerinin delili olarak kalpaklarına tuğra takılmasına müsaade edilen Ermenilerin kendilerine tanınan dinsel,ekonomik ve kültürel özgürlüklere rağmen isyanlara ve katliamlara girişmeleri onların bu noktaya gelmelerinde dış güçlerin faaliyetlerinin etkisinin büyüklüğünü ölçmemize olanak tanımaktadır.
Çokuluslu,çok dinli Osmanlı imparatorluğunun zayıfladığı,milliyetçi hareketlerin ivme kazandığı bir dönemde ortaya çıkan Ermeni sorunu tek başına, bağımsız gelişen bir sorun değildir.Bu dönemde dış güçler Osmanlı imparatorluğu içindeki farklı unsurları kendi dini,ekonomik ve siyasi menfaatleri doğrultusunda tahrik etmişlerdir.
  Batılı devletlerin takip ettiği Şark politikası zincirinin bir halkası olan Ermeni olayları çerçevesinde Avrupalı devletler Osmanlı tabiyetindeki Hıristiyanları korumak bahanesiyle devleti parçalayıp paylaşmayı amaçlamışlardır.(5)
1877-78 Osmanlı-Rus savaşı sonunda imzalanan Ayastefanos antlaşmasının 16. maddesiyle Osmanlı devletinden Ermenilerle ilgili düzenlemeler yapması istenmiş ve ilk kez Ermenistan diye bir devletin adı geçmiştir.(6)
  Ayastefanos antlaşmasının yerine yürürlüğe giren Berlin antlaşmasında yine ıslahatlardan bahsedilmiş ve Türk-Ermeni ilişkilerine yabancı güçlerin müdahale hakkı doğmuştur.Bu hükümlerle Ermeni sorunu uluslararası boyut kazanmıştır.
Büyük devletler tarafından birbiri ardına verilen vaatlerle ve Protestan misyonerlerin çalışmalarının etkisiyle hayallere kapılan Ermeniler, Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarıyla Ermenistan’ın varlığını ve ıslahata ihtiyacının olduğunu antlaşma hükümlerine dökebilmiş,Ermenilerin güvenliğinin Kürtler ve Çerkezler tarafından tehdit edildiği iddialarını somutlaştırmışlardır.(7)
Bu antlaşmalar sonucunda Ermenilerin bağımsız Ermenistan kurma fikirleri kuvvetlenirken Batılıların kurduğu denetleme mekanizması Osmanlı imparatorluğu aleyhine çalışmaya başlamıştır.
Osmanlı imparatorluğunun bir iç meselesi olan Ermeni sorununu yapay bir gündemle büyütüp uluslararası arenaya taşıyan devletlerin amacı imparatorluk içindeki azınlıkların haklarını gözetmekten çok devletin zayıflamasını fırsat bilip kendi emellerinin gerçekleşmesine zemin hazırlamaktır.
Bu devletlerin isyan tohumları dikmelerinin altında yatan nedenlere değinmeden önce tarihin bulandırılamayan gerçekliğinde yaşanmış bir hadiseye bu satırlarda yer vermek uygun olacaktır:(8)
  Napolyon Akka kalesi yenilgisi üzerine Osmanlı imparatorluğundaki Ermenileri devlete karşı isyan ettirerek intikam almayı düşünür,İstanbul’daki elçisinden bunun olurluk derecesini öğrenmek ister.Elçinin cevabı şöyledir:”Ermeniler burada hayatlarından o kadar memnundurlar ki isyana sevk edilmeleri mümkün değildir.

1.2.BÜYÜK DEVLETLERİN ERMENİLER ÜZERİNDEKİ EMELLERİ VE ERMENİLERİN KURUMLAŞMALARI
  1820 yılında İzmir’e gelen ABCFM (American Board of Commissioners for Foreign Missions) adlı örgüte mensup olan Amerikalı misyonerlerin faaliyetleriyle Osmanlı nüfusu içindeki Ermeniler üzerinde Amerika etkisi başlamıştır.(9)ABD’li misyonerlerin temel amaçları nüfus içindeki Hristiyan oranını arttırmaktır.
  Bu amaçla Anadolu’ya dağılan misyonerler özellikle Rum ve Ermenilerin yoğun olduğu yerlerde çalışmışlar,onlara okuma yazma öğretmişler; azınlıkların günlük yaşamlarının her ayrıntısına müdahale etmişlerdir.
ABD’liler bu süreçte Osmanlı toplumuna Frenk giyimini,domatesi,patatesi,pencere camını,sandalyeyi masayı,vb. getirmiş ;imparatorluğun Hristiyanları arasında burjuva tabakasının oluşumuna ve gelişimine katkıda bulunmuşlardır.(10)
  Ermeniler üzerindeki bu etkiyi gören İngiltere ve Fransa da benzer şekilde eğitim çevrelerinde faal olarak yer almaya başlamışlardır.
  Osmanlı imparatorluğunun tanıdığı siyasi ve hukuki hakların yanında misyonerlerin sunduğu eğitim imkanlarını iyi kullanan Ermeniler hem yaşam standartlarını yükseltmişler hem de önlerine sürülen fırsatları kaçırmayarak dünya kamuoyuna ”Mazlum Ermeniler katlediliyor.” propagandası yapmışlardır.
  Rekabet halindeki devletlerin Osmanlı üzerinde kurduğu hakimiyetten pay alma çabası içinde olan Fransa’nın yanında Osmanlı içindeki Ermenilerce dayalı politikaları çatışan iki devlet İngiltere ve Rusya da isteklerini gerçekleştirebilmek için kıyasıya mücadele etmişlerdir.
  Rusya güneye inme siyasetinin önünde engel olarak gördüğü Osmanlı’yı yıkabilmek için Türk hakimiyeti altındaki gayrimüslimleri ayaklandırma yoluna gitmiştir.(11)
  Bu tarihi planın bir parçası olan Ermenilere Doğu Anadolu’dan Basra’ya veya Çukurova’ya uzanan ve kendi kontrolünde kalacak olan bir Ermenistan kurdurmayı amaçlayan Rusya,bu isteklerini ’77-’78 harbi sonunda gerçekleştirme fırsatı bulmuşken İngiltere sahneye çıkmıştır.
  Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarına müdahale eden İngiltere,Ermeniler’in Rus desteği altında olanlar ve İngiliz desteği altında olanlar şeklinde ikiye bölünmelerine sebep olmuştur.(12)
  Uzakdoğu’daki  sömürgelerinin güvenliği için Osmanlı üzerindeki politikalarını sürdürmesi hayati olan İngiltere, Ermeniler’i Rus yayılmacılığına karşı ileri karakol  niteliğinde kullanmayı hedeflemiş; bu amaçla Doğu Anadolu’daki konsolosluklarının ve misyonerlerin sayısını arttırmıştır.(13)
  Özellikle Tanzimat ve Islahat Fermanları’ndan sonra Ermeni cemiyetlerinin sayısında da büyük artış olmuştur.Bunların kurucularının başta din adamları olmak üzere Kafkasyalı Rus Ermeniler oldukları tespit edilmiştir.(14)
  Osmanlı hükümetinin başlangıçta hoşgörüyle yaklaştığı bu derneklerin görünürdeki amaçları Ermeniler’in yaşadıkları yerlerde eğitim müesseseleri açarak gençleri aydınlatmak,Ermeni cemaatinin kültürel ve ekonomik kalkınmasını ve yardımlaşmasını sağlamak olmuştur.(15)
  1870-1880 tarihleri arasında Doğu Anadolu’da Araratlı,Şarklı,Muhibbi Maarif,Kilikya,Milliyetperver Kadınlar Cemiyeti,Ermenistan’a Doğru,Silahiler,Müdafa-i Vatandaşlar Cemiyeti adları altında birçok cemiyet kurulmuştur.(16)
  Önceleri esas niyetlerini kendilerine saklayarak hayır dernekleri görünümü veren bu cemiyetlerden en önemlileri Türkçesi ”Çan” anlamına gelen Hınçak ve ”Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği” anlamındaki Taşnaksutyan’dır.(17)
  Bunların programlarındaki ortak özellikler şöyle özetlenebilir:(18)
  1)Osmanlı topraklarına girerek devlet memurları ile Ermeniler’e karşı fark gözetmeksizin saldırmak
  2)Tedhiş ve katliam yapacak eylem grupları kurmak
  3)Büyük devletlerin müdahalesini sağlamak ve Müslümanların kovulacakları altı Anadolu vilayetinde bağımsız sosyalist bir Ermeni cumhuriyeti kurmak.
  Hınçak komitesi Kafkasyalı Ermenilerden Avadis Nazarberk ile eşi Maro Nazarberk ve arkadaşları Kafkasyalı öğrenciler tarafından 1871’de İsviçre’de marksist prensipler doğrultusunda kurulmuştur.Bu örgütün başında ve üyeleri arasında birçok Rus Ermenisi bulunmaktaydı.
  Taşnaksutyan komitesi ise Balkanlılar’ı taklit eden Ermeni milliyetçilerinin  kurdukları çetenin 1890’da Kafkasya,Tiflis’te Krisdapor Mikaelyan ve arkadaşlarının gayretiyle birleşmesinden ortaya çıkmıştır.(19)Rusların himayesinde bir Ermenistan fikrini güden Hınçaklar’a nazaran Taşnaklar’ın asıl amacı -hiç olmazsa kuruluş yıllarında- bağımsızlık olmuştur.
  Büyük devletlerin kışkırtmaları sonucu kurumlaşma ve dernekleşme çalışmalarına girişen Ermenilerin kurdukları bu iki yapı faaliyetlerini geniş bir alana yaymayı hedeflemişlerdir.1880’den itibaren kurulan Ermeni komiteleri Osmanlı yönetiminden şikayetçi olmayan yerel halkın katılımını sağlayamadıklarından yerel düzeyde kalmışlardır.
  Bu nedenle Rus Ermenilerine Osmanlı dışında kurdurulan komitelerden sosyalist eğilimli,ılımlı militan Hınçak partisi 1887’de Cenevre’deaşırı terör , isyan , mücadele, bağımsızlık yanlısı Taşnak partisi Tiflis’te faaliyetlerine başlamışlardır.Ermeniler’in faaliyet sahası olarak niçin Türkiye’yi seçtiklerini ise Mihael Ohannesyan adlı Ermeni yazarın Taşnaksutyan ve Muhalifleri isimli eserinden alınan şu parça ortaya koymaktadır:(20)”Ruslar gibi müthiş pençeli bir canavara karşı koymak güçtü.Türkiye faaliyet için daha müsait idi……Ermeniler Türkiye’de devletlerarası bir şekil almış ve bir taahhüt elde etmişti.Şu halde orada faaliyete geçmek daha muvafıktı.”
Bir yandan Ermeni isyanları diğer yandan Avrupa tahrikleri ve müdahaleleri ve bunların sonucunda ortaya çıkan ayaklanma hareketleri Osmanlı hükümetini Ermeni meselesini ciddiyetle ele almaya yönlendirmiştir.(21)Ermeni komitelerinin düşmanla işbirliği yaptığına dair istihbarat Babıali’ye ulaştıkça ve Anadolu’da ardı sıra isyanlar çıktıkça hükümet telaşlanmış fakat kesin bir tedbir alma yoluna gitmemiştir.Bu süre içinde Dahiliye Nazırı Talat Bey Erzurum mebusu Vartkes Efendi’ye Ermeniler’in çok şiddetli tedbirlerle karşılaşacaklarını bildirmiş,Başkumandan vekili Enver Paşa da aynı şekilde Patrik’le görüşerek cemaatine barış nasihatinde bulunmasını istemiştir.(22)
Hükümetin telkinleri netice vermeyip üstelik Van kaybedilince diğer eyaletler de aynı akıbeti paylaşmasın diye Dahiliye Nezareti 24 Nisan 1915’te ilgili vilayet ve mutasarrıflıklara bir genelge yollayarak Ermeni komite  merkez  ve şubelerinin kapatılmasını ve ele başlarının tutuklanmasını emretmiştir.(23)
  Dahiliye’nin komitelerin kapatılmasını öngören tebliğinden iki gün sonra komitelerle ilgili karara ilaveten ”muzır Ermeniler”in hemen tevkifi öngörülmüştür.Bu koşullarda Osmanlı güvenlik güçlerince tutuklanan Ermeni komitacıları mahalli harp divanlarında yargılanmış,suçları sabit görülenlerin mazbataları ayrı ayrı tanzim edilerek önce Dahiliye Nezareti’ne oradan Adliye Nezareti kanalıyla Sadaret’e gönderilmiş Babıali’de ilgili tetkikler yapıldıktan sonra suçluların dosyaları gerekçeleriyle birlikte padişahın onayına sunulmuştur. Mabeynde dosyalar bir kez daha gözden geçirildikten sonra hükümdarın iradesi çıkmaktadır.Padişahın çoğu kez kendi inisiyatifiyle idam cezalarını hafiflettiği ve küreğe tahvil ettiği görülmüştür.
  Şiddetli katliamlar daha etkili bir tedbirin alınmasını askeri bir zorunluluk olduğu kadar insani bir ödev haline de getirince Ordu 1915 yılında Dahiliye Nezareti’ne başvurarak Ermenileri ve ailelerini Rusya sınırına ya da Anadolu’nun muhtelif yerlerine dağıtmak lazım geldiğini bildirmiştir.(24)
  Büyük devletlerin Osmanlı devletinin içişlerine karışmaları Ermeniler için ıslahat talep eden altı büyük devletin sefirinin 7 Eylül 1880 tarihinde Babıali’ye verdikleri notayla başlamıştır.(25)İngiltere,Fransa,Rusya,Avusturya,İtalya ve Almanya devletlerinin İstanbul’daki elçilerinin verdikleri muhtıraya Ermeni Patrikhanesi’nin piskoposlara gizlice Erzurum,Van,Bitlis,Elaziz,Halep ve Sivas vilayetlerinde yaptırdığı nüfus sayımı sonucu eklenerek Türklerin  azınlıkta gösterilmesi maksadı güdülmüştür.(26)
Bu muhtıra ile gündeme getirilen ıslahat meselesi uzun ve çetin diplomatik müzakerelere yol açmıştır.Osmanlı devleti Türk’ün bin yıllık anavatanı  Anadolu’da Ermenistan diye uydurma bir devletin kurulmasına razı olamayacağından müzakereler uzun bir zaman sürüp gitmiş; bu esnada Ermeniler Anadolu’da ve İstanbul’da yer yer ayaklanmalara girişmişlerdir.(27)
1895’te İngiltere’nin önderliğinde Fransız ve Rus sefirleri yeni bir ıslahat projesini bir muhtıra ile Osmanlı yönetimine teslim etmişlerdir.”Mayıs projesi” olarak adlandırılan ve pek çok konuda devlete taviz verdiren bu muhtıra Ermeniler için bir kurtuluş belgesi niteliği taşımış ve Ermeniler’e daha büyük isyanlar için cesaret vermiştir.(28)
  Ermeniler’in yaşadığı illerde ıslahat yapılması konusunda hükümler içeren ve on iki bölümden oluşan projenin temel hükümleri şunlardır:(29)
  Vilayet-i Sitte’de (Erzurum,Van,Bitlis,Sivas,Diyarbakır,Harput) ıslahat yapılması ve bu vilayetlerdeki valilerin memuriyetlerinin beş yıl olması,bunların tayininde büyükelçilerin görüşlerinin alınması,vali hangi dinden ise karşı dinden de bir yardımcısının bulunması,siyasi hükümlü Ermeniler için genel af ilan edilmesi,vilayetlerde yapılacak ıslahatı yerinde kontrol etmek üzere büyük devletlerin uygun görecekleri bir komiserin tayin edilmesi.
Bu üç devlet elçilerinin 11 Mayıs 1895 tarihinde verdikleri muhtıra ve layıhanın yürürlükteki kanun ve nizamlara aykırı olmayan maddeleri esas itibarıyla kabul edilmiş,sadece ıslahatın uygulanması için Hükümet-i Seniye tarafından bir memurun tayin edilmesi öngörülmüştür.(30)
  Ermeni isyanlarını kronolojik olarak şöyle sıralayabiliriz:(31)
25 Haziran 1890:Erzurum isyanı, 15 Temmuz 1890:Kumkapı gösterisi ,1892-1893 : Merzifon,Kayseri,Yozgat olayları,  Ağustos 1894:1. Sasun isyanı,16 Eylül 1895:Zeytun isyanı,29 Eylül 1895:Divriği isyanı,30 Eylül 1895:Babıali olayı,2 Ekim 1895:Trabzon isyanı, 6 Ekim 1895:Eğin isyanı,7 Ekim 1895:Develi isyanı,9 Ekim 1895:Akhisar isyanı,21 Ekim 1895:Erzincan isyanı,25 Ekim 1895:Gümüşhane isyanı,26 Ekim 1895:Bayburt isyanı,27 Ekim 1895:Maraş isyanı,29 Ekim 1895:Urfa isyanı,30 Ekim 1895:Erzurum isyanı,2 Kasım 1895:Diyarbakır isyanı,4 Kasım 1895:Malatya isyanı,9 Kasım 1895:Arapkir isyanı,15 Kasım 1895:Sivas isyanı,15 Kasım 1895:Merzifon isyanı,18 Kasım 1895:Maraş isyanı,22 Kasım 1895:Muş isyanı,3 Aralık 1895:Kayseri isyanı ve Yozgat isyanı,1895-1896:Zeytun isyanı,2 Haziran 1896:1. Van isyanı,14 Ağustos 1896:Osmanlı Bankası Baskını,Temmuz 1897:2. Sasun isyanı,24 Temmuz 1905:Abdülhamit’e suikast girişimi,14 Nisan 1909:Adana isyanı.
  Bu isyanların altında yatan nedenler birçok Ermeni örgütünün amaçları olarak da dört ana maddede özetlenebilmektedir:(32)
  1)Bütün dünyaya yayılmış olan Ermeni kütlesinde Ermenilik ruhunu,Ermeni dilini ,kültürünü  ve milli siyasi emellerini yaymak,yaşatmak ve korumak
  2)Ermeni cumhuriyetini bağlı olduğu rejimden ayrı olarak ekonomik ve kültürel ilişkileri bakımından güçlendirmek.
  3)Ermenilik davasını bütün devletler içerisinde,uluslararası kuruluşlarda,her türlü bilim kültür ve sanat çevrelerinde yaymak,benimsetmek ve bu surette gelecekte bunların desteğini almak.
  4)Ermenistan halkının,göçmenlerin ekonomik bakımdan güçlü hale getirilmeleri,ihtiyaçlarının giderilmesi için hayır kurumlarından her ne pahasına olursa olsun destek,mali yardım sağlamak ve bunları sürekli kılmak.
  19. yüzyıl sonlarında Ermeni terör örgütlerinin faaliyetlerinin özellikle Avrupa kamuoyunu etkilemeye yöneldiği,bunun için yeni yöntemlerin uygulandığı görülmektedir.(33)Bu yeni yöntem -ki 1973-1985 terör döneminde de benzeri eylemler dünya kamuoyunu etkilemek için kullanılmıştır- Avrupa ile ilgili önemli hedefler seçilerek bunların terör timlerince bombalanması,basılması,rehineler alınması gibi şekillerde uygulanmıştır.Örneğin 1896 Osmanlı Bankası baskını Osmanlı devletinin güçsüzlüğünü ve Avrupa sermayesini koruyamadığını ilan etmek gayesiyle yapılmıştır.Bu örgütlerin tasarladıkları eylem planları içerisinde Babıali’nin hedef seçilmesinin yanı sıra Ermeni patrikhanesinin , Credit  Lyonais  Bankası’nın , Rum kilisesinin bulunmasının açıklaması da aynı sebebe dayanmaktadır.
  1905 Yıldız suikasti ile silahlı terör metodolojisinin ilk örneğini sergileyen Ermeniler 1965 yılında tekrar terör metoduna dönmüş 1970’li yıllarda ASALA’yı (Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) kurarak yurt dışındaki Türk temsilciliklerine yönelik terör eylemlerine başlamışlardır. (34)
Yeni Ermeni terörü olarak adlandırılan 1973-1985 döneminde isminden en çok söz ettiren ve Ermeni terörü ile eş anlamda kullanılan örgüt ASALA olmuştur.(35)Yeni Ermeni terörizminin ana nedenlerinden birini ”Armenian National Liberation” başlıklı etüdünde Micheal M. Gunter şöyle açıklamaktadır:(36)”Şurası açıktır ki günümzde Ermeni terörizminin ana nedenlerinden biri birçok devlet ve kişinin açıkça bu mücadeleyi desteklemeleri ve teröristleri bu eylemlere sürükleyen nedenlerin kabul edilmesi gerektiğini öne sürmeleridir.”
Gurgen Yanikan isimli  yaşlı bir Ermeni’nin 27 Ocak 1973’de ABD’nin Santa Barbara kentinde Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu Mehmet Baydar ile Konsolos Bahadır Demir’i katletmesiyle başlayan bireysel Ermeni terörü 1975’ten itibaren örgütlü Ermeni terörüne dönüşmüştür.(37)
21 ülkenin 38 kentinde  39’u silahlı,70’i bombalı,1’i de işgal şeklinde olmak üzere 110 terör olayı vuku bulmuş;42 diplomatımız hayatını kaybetmiştir.(38)Dış dünyanın tepkileri üzerine taktik değiştiren Ermeniler  1980’li yıllardan itibaren terör örgütü PKK ile işbirliğine girmişler,bu işbirliğinin sonucu olarak PKK 21-28 Nisan 1980 tarihlerini Kızıl Hafta ilan etmiş,24 Nisan tarihi katliam günü kabul edilip toplantılar düzenlenir olmuştur.(39)

2. BÖLÜM

OSMANLI HÜKÜMETİ’NİN 1. DÜNYA SAVAŞI SIRASINDAKİ TEHCİR UYGULAMASI VE SOYKIRIM İDDİALARI

2.1.TEHCİR KARARI’NIN ALINMASI

Osmanlı imparatorluğunun 1. Dünya Savaşı sırasında devlet bütünlüğünü ve Doğu Anadolu’daki Müslüman halkı korumak amacıyla tüm ayrıntılarını dikkatle planlayarak uygulamaya koyduğu tehcir hareketi tarih boyunca eşi görülmemiş  insani bir sevkiyat olma özelliği taşımasına rağmen Ermeniler tarafından soykırım iddialarının hareket noktası olarak kullanılmaktadır.
İmparatorluk dönemin ağır savaş koşullarına rağmen tehcire tabi tuttuğu vatandaşlarını sosyal,siyasal ve ekonomik açılardan mağdur etmemiş;Ermenilerin sevk,yerleştirme işlemlerinin tamamlanması ve geçimlerinin sağlanması için 1915 yılında 25 milyon kuruş , 1916 yılı sonuna kadar da 230 milyon kuruş tahsis etmiştir.(40)
Yüzyıllarca bünyesinde birçok dinden ve milletten insanı hoşgörü ve adalet payı altında bir arada tutmayı başarmış Osmanlı imparatorluğu,1. Dünya Savaşı sırasında köklerini temelden sarsan dış güçlerin yanında kendi vatandaşlarının da aleyhinde faaliyetlerde bulunduğunu görünce güvenliğini sağlamak için her devletin hakkı olan birtakım tedbirlere başvurmuştur.
  1914 senesinin Temmuz ayında 1. Dünya Savaşı başlamış,21 Temmuz 1914’te seferberlik ilan edilmesiyle Türkiye Ermeni komitelerini vatan müdafaası için işbirliğine çağırmıştır. Komiteler bu sıkışık günleri fırsat bilerek Ermeni muhtariyeti istemişlerdir. Komitelerin olumsuz tutumları sekiz aylık bir süre zarfında devam etmiş,Türk hükümeti silahlarıyla ordudan kaçıp çeteler kuran Ermeniler’e  karşı mahalli tedbirler almakla yetinmiştir.(41)
  Ermenilerin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde çeteler kurmaları,askerden kaçarak eşkiyalık yapmaları,aramalarda bulunan bol miktarda silah ve bombadan isyan hazırlıkları yaptıklarının anlaşılması üzerine özellikle Van isyanından sonra isyanı başlatan ve Ermenileri silahlandıran komite yuvalarının dağıtılması acil bir gereklilik arz etmiştir.(42)
  Planlı programlı şekilde çıkarılan isyanların mahalli nitelikte olmadığı ortaya çıkınca Ermenilerin hareketlerine daha fazla müsamaha göstermenin telafisi imkansız sonuçlara yol açacağı anlaşılmış, 11 Nisan 1915 tarihinde Ermeni komitelerinin kapatılmasına karar verilmiş,14 Mayıs 1915 tarihinde de tehcir kanunu çıkarılmıştır.(43) Burada dikkat edilmesi gereken husus devlete sadakatle bağlı olanların tehcire tabi tutulmamaları,tehcire tabi tutulanların da 1. Dünya Savaşı’ndan sonra yerlerine dönüp dönmemekte serbest bırakılacak kadar haklarına sahip çıkılmasıdır.
Yer değiştirme kararı Dahiliye Nezareti’nce alınmıştır.(44)Bunun anlamı Dahiliye Nezareti’nin  ayrıca bir kanuna gerek duymadan kendi sorumluluk alanına giren bir karar alırsa askeri makamlarında aynı yetkiye sahip olduklarıdır. Nitekim Dahiliye’nin tezkeresinden üç gün sonra (27 Mayıs 1915) Meclis-i Vükela da aynı karara imza atmıştır. Meclis-i Mebusan açılır açılmaz geçici yasa milletvekillerinin onayından geçmiştir. Babıali 1916’da yayınladığı Beyaz Kitap’ta alınan kararın gerekçelerini açıklarken Ermenilerin hıyanetinin hükümetin istikbalinin mevzu bahis olduğu bir durumda hükümeti arkasından vurmak anlamına geldiğini belirtmiştir.(45)  Bu sebeplerden ötürü dönemin Başkumandan vekili Enver Paşa tarafından içişleri bakanı Talat Paşa’ya bir telgraf yollanmıştır.(46)2 Mayıs 1915 tarihli telgrafta özetle Ermenilerin isyan çıkarmayacak şekilde dağıtılmaları istenmiştir. Aynı şekilde vilayetlere ve mutasarrıflıklara gönderilen gizli bir tamimle Ermeni komite merkezlerinin kapatılması,evrakına el konması ve komite elebaşlarının tutuklanması talep edilmiştir.(47)26 Nisan 1915 tarihli bu tamimle 2345 kişi tutuklanmıştır. Ermeniler 24 Nisan tarihini her yıl katliam günü olarak anmaktadırlar. Oysa belgeler bunun bir katliam değil devletin güvenliğini sağlamak için uygulanmış bir tutuklama olduğunu göstermektedirler.
14 Mayıs 1915 tarihli Tehcir Kanunu’nun içeriği şöyledir:(48)
  MADDE 1:Seferberlik anında ordu,kolordu ve tümen komutanları ve bunların vekilleri, müstakil bölge komutanları;halkın , hükümetin emirleri,memleketin müdafaası ve asayişin korunması ile ilgili icraat ve hazırlıklara karşı herhangi bir muhalefet,silahlı tecavüz ve mukavemet görülürse bu muhalefetleri en şiddetli şekilde söndürmeye mezun ve mecburdur.
  MADDE 2:Ordu, müstakbel kolordu ve tümen komutanları askeri sebeplerden dolayı veya casusluk ve  hıyanetlerini hissettikleri köy ve kasaba halkını tek tek toplu olarak diğer bölgelere sevk ve iskan ettirebilir.
  MADDE 3:İşbu kanun neşir tarihinden itibaren geçerlidir.
  27 Mayıs 1915 tarihinde meclisten çıkan ve 1 Haziran 1915 tarihinde dönemin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de yayınlanarak yürürlüğe giren 4 maddelik bir kanunla da savaş halinde devlet yönetimine karşı gelenler için askeri birliklerce alınacak tedbirlerin içeriği belirlenmiştir.(49)
  Şunu da belirtmek yerinde olacaktır ki kanun metninde bu kanunun sadece Ermenilere uygulanacağına dair bir kayıt yoktur. Sadece ”hükümet icraatına karşı çıkanlar,emirlere itaat etmeyenlerle silahlı mukavemet eden,düşmana casusluk yapan köy ve kasaba ahalisi” kaydı vardır.(50)Kanun metninde herhangi bir etnik grup ya da zümrenin kastedilmemesi,kanunun devleti ve kamu düzenini korumaya yönelik olup şiddete karşı olması önemli bir noktadır. Buna ek olarak 11 Ağustos 1915 tarihli umum tebligatta alınması gereken tedbirler ayrıca belirtilmiştir.(51) Orjinal metni İngiliz arşivlerinde bulunan nakil ve iskanın tatbikatı konusundaki talimatnamenin bazı önemli maddeleri şunlardır:(52)
MADDE 21:Göç edenlerin gerek kamplarda gerek yolculuk esnasında bir saldırıya uğramaları halinde saldırganlar derhal tevkif edilerek Divan-ı harbe sevk edileceklerdir.
MADDE 22:Göç edenlerden rüşvet ya da hediye alanlar derhal görevden alınıp Divan-ı harbe sevk edilerek ağır şekilde cezalandırılacaklardır.
Harp ve olağanüstü siyasi durum sebebiyle başka yerlere göndermeleri yapılan Ermenilere ait mülk ve arazinin idari şekli hakkındaki yönetmelik BM tarafından kabul edilip yayınlanan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin felsefesiyle bütünleşmiş olan insan haklarına saygıyı o tarihte savaş koşullarına rağmen yansıtmaktadır.
Osmanlı hükümeti, bu kanun hükmündeki kararnameye vatandaşlarına duyduğu sorumluluğun bilinciyle Ermenilerin tarlalarındaki toplanmamış ekinleri bile kapsayan hükümler koymuştur. ABD başkanı Wilson tarafından Sevr antlaşmasına göre kurulacak Ermenistan sınırlarını tespit için Anadolu’ya gönderilen General Harbord heyeti ülkeyi üç ay gezdikten sonra gönderdikleri 10 Ekim 1919 tarihli raporda Ermenilerin katliamına ilişkin iddiaların doğru olduğuna dair hiçbir işaret göremediklerini belirtmişlerdir. Savaş dönemine ait İngiliz gizli belgeleri arasında 148 numarayı taşıyan bu belgeyle Osmanlı hükümetinin tehcir konusundaki duyarlılığı bir kez daha arşivlere kaydolmuştur.(53)
2.2.TEHCİR KANUNU’NUN UYGULANMASI
  Osmanlı hükümeti uygulanışındaki disiplin,ekonomik açıdan hiçbir tecavüze göz yumulmaması,insan haklarına saygı gibi yönlerden örnek teşkil eden tehcir uygulaması için ”Emval-i metruke” adlı bir komisyon kurmuştur.(54)Komisyon üyeleri ve komisyon olmayan yerlerde bu görevi üstlenen mahalli idareler , boşaltılan köy ve kasabalardaki Ermenilere ait malları tespit ederek ayrıntılı defterlerini tutmuşlardır. Bu defterlerin biri mahalli idarelere  biri de komisyona verilmek suretiyle korunmaları sağlanmıştır.(55)
  Komisyonca taşınmaz mallar,hayvanlar ve bozulabilir eşyalar açık arttırma ile satılıp bedelleri korunmuş ve sonradan ödenmiştir.(56)Osmanlı hükümeti burada da hakkaniyet gözeten bir anlayışla Ermenilerin mallarının yağmalanmasına müsaade etmemiş ve gerçek değerleri üzerinden satılmaları için gayret sarfetmiştir.
Osmanlı devletinin tehcir uygulaması sırasında aldığı tedbirler yorumsuz olarak sadece istatistikler ve arşiv belgeleri ışığında değerlendirildiğinde bile ”Güneş balçıkla sıvanmaz.” sözünü doğrularcasına ayrıntılara gösterilen hassasiyet ve insancıllık öğelerinin ağır basmasıyla soykırım iddiaları kendiliğinden çürümektedir.
Şöyle ki bir insan topluluğunu yok etmeye yönelik soykırım eylemini gerçekleştirmenin aksine Osmanlı devleti yüzlerce yıllık devlet geleneğinin gereği olan teb’asının can ve mal güvenliğini muhafaza etme kaygısıyla hareket etmiş;sakatlar,hastalar,özürlüler,yaşlılar,dul kadınlar ve yetim çocuklar tehcire tabi tutulmadıkları gibi yetimhanelerde ve köylerde ihtiyaçları devletçe göçmen ödeneğinden karşılanarak koruma altına alınmışlardır.(57)
Bunların yanında Katolik ve Protestan mezhebinde bulunanlar,Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiye sınıflarında hizmet gören Ermenilerle Osmanlı Bankası şubelerinde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermeniler de tehcire tabi tutulmamışlardır. Ayrıca Anadolu’nun birçok yerinde görevli Ermeni polis ve memurların işlerine birden son vermenin sakıncalı olacağı düşünülerek yalnız itimat edilmeyen polis ve memurların Ermeni olmayan uygun bölgelere gönderilmeleri kararlaştırılmıştır.(58)
Tehcir uygulaması planlı bir soykırım olsaydı hükümet sadece Doğu’daki ve güvenliği tehdit eden Ermenileri değil İstanbul da dahil Batı Anadolu’daki Ermenileri de sevkiyata tabi tutardı. Oysa bu bilgilerin ışığında Osmanlı imparatorluğunun sadık teb’asına hiçbir şekilde zarar gelmemesinin hedeflendiğini görüyoruz. Bu noktada bir parantez açıp Sir Mark Sykes’ın 1915 yılında yayınlanan ”Halifenin Son Mirası” isimli kitabından bir alıntı yapmak yerinde olacaktır:(59)
”Ermeniler hem kendilerini hem çoluk çocuklarını felakete çekmektedirler. İhtilalcilerin başvurdukları usullerden daha şeytani bir şey tasavvur edilemez. Müslümanları öldürmek,köylerden haraç almak,ihtilalcilere para vermek istemeyenleri katletmek gibi suçlar, işlediklerinin bir bölümüdür. İşin sonunu pek göremiyorum. Taraflardan birinin zorla göç ettirilmesi kabul edebileceğim tek çözümdür.”
  İngiliz devlet adamının öngördüğü üzere  Erzurum,Van ve Bitlis eyaletlerinden çıkarılan  Ermeniler Musul’un güney kısmı ile Zor ve Urfa sancağına ;  Adana ,Halep ve Maraş’tan çıkarılan Ermenilerse Suriye’nin doğusu ile Halep’in doğu ve güneydoğusuna sevk edilmişlerdir.(60) Sevkedilen Ermenilerin Bağdat demiryoluna en az  25 km uzaklıkta yerleştirilmelerine, köylerinin 50 haneden fazla olmamasına, gittikleri yerlerde nüfuslarının Müslüman ahalinin yüzde onunu geçmemesine dikkat edilmiştir.(61)
  Ermeni iddialarının dayanak noktalarından birini oluşturan tehcir sırasında bir buçuk milyon Ermeninin soykırıma uğradığı savının asılsızlığını çeşitli kaynaklardan derlenmiş Ermeni nüfus bilgileri tablosuna dayanarak ortaya çıkarabiliriz.(62)
  Ermeni Nüfus Bilgileri Tablosu:
Ermeni tarihçi Basmacıyan’a göre:2.380.000
Paris Barış Konferansı’na katılan Ermeni heyetine göre:2.250.000
Ermeni tarihçi Kevork Aslan’a göre:1.800.000
Britannica Ansiklopedisi’ne göre:1.500.000
H.F.B. Lynch’e göre:1.345.000
Revue de Paris’e göre:1.300.000
İngiliz yıllığına göre:1.056.000
Osmanlı istatistiklerine göre:1.295.000
Meydan Larousse Ansiklopedisi’ne göre(63):1.480.000 kişidir.
Bu bilgiler ışığında tehcir edilen Ermenilerle ilgili nüfus bilgilerini inceleyecek olursak Osmanlı arşivlerindeki kayıtlara göre Osmanlı hükümeti tehcir kanunuyla 438.758 kişiyi sevk etmiştir. Bunlardan 56.610 kişilik bir farkla 382.148 kişi belirtilen yerlere ulaşmıştır.(64) Aradaki kaybın bir kısmının eşkiya ve aşiretlerin saldırılarından,tifo ve dizanteri gibi hastalıklardan ve iklim koşullarından kaynaklandığı bir kısmının da Ermenilerin söz konusu yerlere ulaşmadan tehcir uygulamasının durdurulması sonucu bulundukları vilayetlerde kalmalarından doğduğu belgeleriyle sabittir. Rakamların dilinden de anlaşılacağı gibi bir buçuk milyon Ermeninin katledilmesi matematiksel olarak da mümkün değildir.
  Tehcir uygulamasında trenle sevkiyat tercih edilmiş mümkün olmayan yerlerde arabalar ve binek hayvanları kullanılmıştır.(65)Cepheye asker sevkinden dolayı zaman zaman yığılmalar ve hasat mevsimi dolayısıyla taşıtların temininde güçlükler yaşanmışsa da  gevşeklik ve ilgisizlik olmaması konusunda kesin emir almış tüm kademelerdeki memurların çabalarıyla bu güçlükler aşılmaya çalışılmıştır. Her türlü ihtiyacın temini için Konya,Adana,Halep,Suriye,Ankara,Musul vilayetlerine ve İzmit,Eskişehir sancaklarına ihtiyaca göre toplam 2.250.000 kuruş tahsis edilmiştir.(66)
  9 Haziran 1915 tarihinde başlayan tehcir uygulaması kış mevsimi dolayısıyla 25 Kasım 1915 tarihinden itibaren ilgili vilayetlere gönderilen bir emirle geçici olarak durdurulmuş,8 Şubat 1916 tarihinde sona ermiştir.1. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından Osmanlı hükümeti yer değiştirmeye tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine iade edilmeleri için bir kararname çıkarmıştır.(67)Hükümetin hazırladığı 31 Aralık 1918 tarihli dönüş kararnamesine göre;
  1.Sadece geri dönmek isteyenler göç ettirilecek , bunun dışında kimseye dokunulmayacak,
  2.Yerlerine iade edileceklerin yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde konut ve geçim sıkıntısı çekmelerinin önüne geçilmesi için gerekli önlemler alınacak, gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat kurulup bu konuda tertibat yapıldıktan sonra göç ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.
  3.Bu şartlar dahilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir.
  4. Kilise ve okul gibi binalar ile gelir getiren yerler ait olduğu cemaate geri verilecektir.
  Kararnamede  din değiştirmiş olanların,yetim çocukların durumu,Ermenilerin mallarının iadesi,Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde göç ve geçim masrafları konuları da düzenlenmiştir.(68)
2.3.SOYKIRIMIN TANIMI VE TALAT PAŞA’YA ATFEDİLEN SOYKIRIM EMRİ İDDİALARI
2.3.1.Soykırım nedir?
Soykırım, uygulanan uluslararası hukukun suç kabul ettiği bir eylemdir.(69)Nitekim BM Genel Kurulu’nun 1948 tarihinde kabul ettiği ve Türkiye’nin de taraf olduğu BM Soykırım Suçunun  Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi bunu açıkça bildirmektedir. Bu sözleşme çerçevesinde soykırım suçu oluşturan eylemler şunlardır:(70)
1.İlgili grup üyelerinin öldürülmesi,
2.İlgili grup üyelerinin fiziksel ya da ruhsal sağlıklarına ağır zararlar verilmesi,
3.İlgili grup üyelerinin fizik varlıklarının kısmen veya tamamen ortadan kalkmasına neden olacak koşullar altına kasten tabi tutulması,
4.İlgili grupta doğumlara engel olacak önlemlerin alınması,
5.Bir grubun çocuklarının zorla başka bir gruba nakledilmesi.
Burada temel ölçüt eylemin savaş ya da barış zamanında gerçekleştirilmesi,grubun tümüne ya da bir kısmına yönelik olması değil grubu kısmen ya da tamamen yok etme kastının olmasıdır. Ermeni soykırım tezi de bu maddelerden üçüncüsüne dayandırılmaktadır.(71)
2.3.2.Talat Paşa’ya Atfedilen Telgraf
  Ermeniler, soykırım iddialarını Talat Paşa’nın çocuk,kadın,erkek,genç,ihtiyar; imparatorluğun içindeki bütün Ermenilerin öldürülmesi için verdiği öne sürülen yazılı emirlere dayandırmakta; bu soykırım sonucunda bir buçuk milyon Ermeninin öldürüldüğü iddiasında bulunmaktadırlar.(72)  Talat Paşa’ya atfedilen bu emirler 1920’lerde şifreli ve açılmış metinleri , imzalı resmi yazıların fotokopileriyle Ermeniler tarafından kitap halinde yayınlanmış, yapılan çalışmalar sonucunda şifrelerin,yazıların ve imzaların sahte olduğu ortaya çıkarılmıştır.
Andonian adlı bir Ermeni’nin yayınladığı bu çalışmalar birçok maddi hatalar,eksiklikler ve çelişkilerle doludur.(73) Bu hataların en büyüğü Rumi takvim ve Miladi takvimin arasındaki farkın bilinmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumda sahte belgelerin tehcir olayından dokuz ay sonra kaleme alınmış olması gibi bir tezat ortaya çıkmaktadır.
Belgelerde Arapça’nın yazımından kaynaklanan hatalar bunların sahte olduğunu yine açıkça gösterir. Belgelerin İngilizce ve Fransızca metinlerinde birtakım sözlerin eklenip çıkarılması da hataların düzeltilmesi çabalarındandır.
Andonian’ın Musul valisi Abdülhalik Bey’in imzasını taşıyan sahte belgelerinden birindeki tarih incelendiğinde o dönemin valisinin Bekir Sami Bey olduğu görülmüştür.(74)
Belgeler Osmanlı telgraf düzeneğine de aykırıdır. Osmanlı’da şifre dosyaları çok mükemmel tutulmuş ve telgraf numaraları belli bir metoda göre verilmiş olmalarına rağmen sahte belgelerde bu metoda riayet edilmemiş, numaralar gelişigüzel verilmiştir.(75)
Bu belgeler-ikisi hariç-Osmanlı bürokrasisinin kullandığı resmi sembollerin hiçbiri bulunmayan düz beyaz kağıda yazılmıştır.(76) Belgelerin sahte olduğu konusunda şüpheye yer bırakmayan son bir madde de Osmanlı adetlerine göre bu belgelerin çok gizli olmalarından dolayı telgraf yoluyla değil kurye yoluyla gönderilmeleri  ve üç yıl saklanmak yerine okunur okunmaz yok edilmeleri gerekliliğidir. 

3. BÖLÜM

OSMANLI İMPARATORLUĞU DÖNEMİNDE ERMENİLERİN TOPLUMSAL VE KÜLTÜREL KİMLİKLERİ
  Türk milleti tarih boyunca dünya medeniyetinde birer yapıtaşı niteliği kazanmış devletler kurmuş; ”Açtınız doyurdum,çıplaktınız giydirdim.” diyen Bilge Kağan’dan ”İnsana değer ver ki devlet yücelsin.” diyen Şeyh Edebali’ye,”Gel ne olursan ol yine gel .” diyen Mevlana’ya kadar tüm Türk düşünürleri Türklerin ”önce insan” diyen gücünü gösterişten değil refahını sağladığı halkından alan devlet felsefesini yansıtmışlardır.
  Bugün Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı devletinin 1. Dünya Savaşı sırasında tehcir uygulamasına tabi tuttuğu Ermenileri soykırıma uğrattığı iddiasıyla  suçlanmaktadır. Oysa kökleri çok eskilere dayanan Türkler devlet yönetme acemisi değillerdir ve yönettikleri milletlere daima hoşgörüyle yaklaşmışlar aynı şekilde kendilerine sığınmak isteyen başka milletlere de kapılarını açık tutmuşlardır. 
  Ermeniler M.Ö. 521’den 344’e kadar Pers vilayetinin , 334 ‘ten 215’ kadar Makedonya imparatorluğunun , 215 ‘ten 190’a kadar Selefkitler’in idaresinde yaşamışlardır. Ermenistan’ın 190’dan M.S. 220’lere kadar Roma imparatorluğu ile Partlar arasında sık sık el değiştirmesinden sonra yine 220’lerden 5. y.y. başına kadar Sasaniler’in ,5. y.y. ‘dan 7. y.y.’a kadar Bizanslıların 7. y.y.’dan başlayarak bu defa Arapların egemenliğinde kalmışlardır.(77) Uzun yıllar Bizans tahtında kalıp imparator olarak hüküm süren(714-741) Ermeni sülalelerinin istiklaline 2. Basil son vermiş;Ermeniler 10. y.y.’da yine Bizans vilayetine bağlanmışlardır.(78) 
  Armenia adı tarihte ilk defa M.Ö. 518 tarihinden kalma Behistun yazıtında geçmektedir.(79) Pers kralı 1. Darius anılan yazıtında Ermenilerden Ergani-Elazığ kesiminde yaşayan bir kavim diye bahsetmektedir. Kendilerine ”Haik” diyen ve ”Hayk” adlı bir atadan türedikleri efsanesini yaşatan ve Türklerle bütün yabancıların Ermeni dedikleri kavimle ”Armenia”  ülkesinin bir alakası yoktur.(80)Kafkas dilleri ve hususiyle eski Ermenice ve eski Gürcüce uzmanı Sovyet dilbilimci Profesör N. Marr ”Ermeni kilisesinin Ortadoks kilisesinden ayrılmasına kadar Ermenilerin mili bir isimleri yoktu.” demektedir.
  Yine Nancy üniversitesi  tarih profesörlerinden Jean Laurent de Paris’te çıkan Ermeni Etüdleri isimli bir dergide,”Gerçekten yazılı tarihin başlangıcından beri Armenia adı verilen bir bölge vardır. Fakat bu bölgeye sırf Armenia adını taşıdığı için ne Ermenilerin mukadderatı ne de Ermenistan adını taşıyan bir devletin varlığı bağlanabilir.” ifadesini kullanmaktadır.
Ermenilerin Türklerle münasebeti Selçuklular döneminde başlamıştır. Bizans devrinde imparatorluğun Doğu siyaseti sebebiyle siyasi teşekkülleri sona erdirilen Ermeni prenslikleri dini inanç ve faaliyetlerine müdahalede bulunmayan Türkleri adeta bir kurtarıcı olarak karşılamışlardır.(81)
Osmanlı imparatorluğu döneminde çoğunluğu Anadolu’nun doğusunda toplanmış olan ve nüfusun %8’ini oluşturan Ermeniler, Osmanlı’nın adil ve hoşgörülü idaresi sonucunda devlete bağlı ,milletle anlaşmış ve kaynaşmış olduklarından ”teb’ayı sadıka” olarak adlandırılmış; askerlikten kısmen de vergiden muaf tutulmuş ve ticarette, zanaatte, çiftçilikte hatta idari işlerde yükselme fırsatı elde etmişlerdir.(82) Öyle ki Ermenilerden 29 paşa,22 bakan,32 milletvekili,7 büyükelçi,11 başkonsolos ve konsolos,11 üniversite görevlisi,11 yüksek rütbeli memur devlet hizmetinde makam sahibi olmuştur. Devletin kurucusu Sultan Osman’ın Ermenileri Bizans zulmünden kurtarıp Bursa’ya yerleştirmesiyle başlayan himaye politikasının sonucu Fatih Sultan Mehmet- Bizans’ın Kırım’a sürgün ettiği yetmiş bin Ermeniyi Fatih, Gedik Ahmet Paşa’nın kumandasındaki harp filosuyla kurtararak İstanbul’un Marmara kıyılarında Samatya ve Kumkapı semtlerine yerleştirmiştir.(84)-,Yavuz Sultan Selim , Kanuni Sultan Süleyman zamanında Ermeniler İstanbul’a yerleşmeye başlamışlardır. Ermenilerin devlet adamlarına ilk nüfuzları 17. asırda Köprülü Fazıl Mustafa Paşa’nın bezirganbaşı Abro Çelebi ile başlamıştır.İlk önce İstanbul’un sarraflık işlerini ele geçirmişler,darphaneye girmişlerdir. Sultan 2. Mahmut zamanında kuyumculuğun yanısıra Avrupa ile ihracat-ithalat işlerine başlamışlardır.(85) Ermeniler Doğu vilayetlerinde de önemli bir ekonomik potansiyele sahip olmuşlardır.(86) Kentlerde ticaret sektörünün %58’i, doktor ve eczacıların %60’ı , maden işletmelerinin %75’i Ermeniler’den oluşmuştur.
Görüldüğü gibi Ermeniler ne dinsel ne de kültürel ve ekonomik açılardan kısıtlanmışlar; diğer etnik unsurlarla eşit koşullarda yaşamlarını sürdürmüşlerdir.1830-1840’lardan itibaren zaten iktisadi güç ve içtimai ağırlığa sahip olan Ermenilerin bürokratik güce de sahip oldukları ve gerek reform hareketlerine gerekse ülkedeki diğer gelişme ve değişmelere sadece talep eden taraf olarak değil yönlendiren ve icra eden taraf olarak da katıldıkları gözlenmiştir.
İlk Osmanlı padişahı Osman Bey Ermenilerin Bizans’ın zulmünden korunmaları için Anadolu’da ayrı bir toplum olarak örgütlenmelerine izin vermiş ve Batı Anadolu’daki ilk Ermeni dini merkezi Kütahya’da kurulmuştur.(87) Osmanlı’nın diğer dinlere gösterdiği hoşgörünün gözardı edilemez bir örneği de Fatih Sultan Mehmet’in 1461 yılında Samatya’daki Sulu Manastır’da Ermeni patrikliğini kurdurarak Hovakim’i patrik ilan etmesidir.(88) Fatih, Patrik’e alışılmışın dışında bir deyişle ”Milletbaşı” ünvanını da vermiştir.(89)
Fatih’in Patrikle olan diyaloğunun temelleri Bursa’da atılmıştır.(90) Tebdil-i kıyafet Bursa’da Karaağaç mahallesinde bulunan Ermeni patrikhanesine giderek Piskopos Hovakim ile görüşen Fatih odasında Tevrat okumakta olan din adamına, ”Ne okuduğunuzu sorabilir miyim?” der. Piskopos,”Mukaddes kitaptır,Padişahım.” diye cevap verir. Fatih devam eder,”Öyleyse rasgele bir sayfasını aç,oku ve izah et.” Piskopos, peygamberler babında bir satıra tesadüf eder;”Bütün dünyaya sahip olacaksın.” Fatih,”Bizans da dahil mi?” Piskopos,”Tekmil dünya diyor,şüpheniz olmasın.”Bunun üzerine Fatih, Piskopos’tan kendisi için dua etmesini ister ve İstanbul’u alırsa orayı payitaht yapıp Ermenileri oraya getirip Hovakim’i de patrik yapacağına dair söz verir.
İnsanlık bir yüzyılı daha geride bırakmışken, hala farklı dinlerden toplumlar arasında gerginlikler ve hatta savaşlar yaşanıyorken Fatih Sultan Mehmet’in kendi dininden başka bir dine mensup kimselere din,eğitim,öğrenim,vakıf ve aile işlerini kendi örf ve adetlerine göre düzenleme hakkını vermesi Osmanlı imparatorluğunun insanlık tarihine armağan ettiği beyaz sayfalardan biridir.
1863’te Babıali’nin de katkılarıyla Ermeni cemaati millet anayasasına kavuşmuştur. Bu düzenlemeyle millet yönetimleri mümkün olduğu ölçüde liberalleşmiş ve laikleşmiştir.(92) 1857,1859,1860 yıllarında Patrikhane toplanan meclisler tarafından birçok tartışmalardan sonra hazırlanan Anayasa, Ermeniler için önemli esasları ifade etmiştir.(93) 6 bent ve 95 maddeden oluşan ”Nizamname-i Milleti Ermeniyan”dan Ermenilerin Osmanlı idaresinde son derece serbest bir idareye kavuştukları anlaşılmaktadır. Ermenilerin siyasi ve içtimai varlıkları bakımından çok önemli olan bu anayasanın Ermenilere sağladığı faydaları bir Ermeni yazarı şöyle özetlemektedir:(94)
  1.Ermeniler, Batı medeniyeti ve eğitimine doğru bir adım atmışlardır.
  2.Bütün illerde kültür kurumları açılmıştır.
  3.Ermeni dili ve kültürünün gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
  4.Ermenilere toplu şikayette bulunma ve uygulamaya geçme hakkı verilmiştir.
Ermeni patrikleri, Osmanlı devleti tarafından bir lütuf olarak verilen Nizamname-i Milleti Ermeniyan’ı kendi milletlerinin refah ve yükselmeleri yolunda kullanmak yerine birçok olayın çıkmasıyla sonuçlanacak fiili ve siyasi çekişmelere basamak yapmışlardır.(95)
Osmanlı imparatorluğunun Ermenilere ve diğer gayrimüslümlere gösterdiği hoşgörünün boyutları birçok örnekle ortaya konabilir:
Osmanlı ‘ da Türkçe’yi bilmek şartıyla tüm devlet memuriyetleri tüm vatandaşlara açıktı.
Dünyadaki ilk Ermeni matbaası 16. yüzyılda İstanbul’da kuruldu.
İlkokullarda Müslüman öğrencilerin yanında Ermeni,Rum,Yahudi ve Bulgar öğrenciler de öğrenim görebiliyorlardı.
İstanbul’da Türk gazetelerinin yanında Ermenice ve Rumca basılan azımsanamayacak kadar çok gazete vardı.
  Yine İstanbul’da Darülaceze’de Müslümanların yanında Ermeniler,Rumlar ve Yahudiler de kalabiliyordu.
Osmanlı’nın Ermeniler de dahil tabiyetindeki azınlıkların hiçbirine hiçbir baskı uygulamadığına dair çarpıcı bir örnek de bazı Osmanlı takvimlerinde Müslümanların dini günlerinin yanında Ermeni,Latin,Katolik,Rum ve Yahudilerin de yortu günlerinin belirtilmesidir ki bu uygulamalar günümüzde bile birçok ülkede farklı inançlara gösterilmeyen bir saygıyı yansıtmaktadır.
Osmanlı imparatorluğunun yönetimi altında yüzyıllarca barış içinde yaşayan toplumlar elbette halk kültüründe de kaynaşmışlardır.7. asırda Hazar Türklerinin Kafkas bölgesine akınlarıyla başlayan Türk-Ermeni münasebetleri, Selçuklular döneminden sonra aynı devletin teb’ası olarak iç içe yaşamanın tesirleriyle musiki,çeşitli el sanatları ve edebiyat sahasında bazı ortaklıklar göstermektedirler.(96)
Bu izlere bilhassa Ermeni halk edebiyatı ve aşık edebiyatında rastlanmaktadır.1951’de yayınlanan ”Ermeni Atasözü” adlı kitapta birçok atasözünün Türk atasözleri arasında da bulunduğu hatta bu atasözleri içindeki bazı Türkçe isimlerin Ermenice’de aynen kullanılmakta  olduğu görülmektedir. Ermeni masallarında da Türkçe isim ve tekerlemelere çok sayıda yer verilmiştir.(97) Keza Ermeni edebiyatında Nasreddin Hoca fıkralarının da özel bir yeri vardır.
Ermeni halk hikayelerinde de Türk tesiri açıkça görülmektedir. Bunlar şekil ve içerik bakımından ya olduğu gibi dili ve konusu ile ya da adapte edilerek anlatılmışlardır. Ermenilerin meşhur hikayesi Lesonlu Davut Destanı’nın Köroğlu Destanı’yla benzerliği aşikardır.
Ermeni harfleriyle yazılmış yüzlerce cönk Ermeni aşuğlarının (aşıklarının) Ermenicenin yanısıra Türkçe de söylediklerini göstermektedir. Bunlara önceleri Türkçe’deki ozan kelimesi gibi ”gusan” denmiştir.18. ve 19. yüzyılları içine alan dönemde de aşuğlar şiirlerinin tamamını Türkçe söylemişlerdir.(98)
Ermeni aşuğları Türk halk şiirinin şekil ve çeşitlerini kullanarak eserler vermişlerdir. Ayrıca Erzurum’da Aşuğ Nidai,Kars’ta Aşuğ Tüccar,Erivan’da Aşuğ Şirin,Gence’de Aşuğ Miskin Burcu, Şamahı’da Aşuğ Zerger ve Aşuğ Turunç ekolleri teşekkül etmiştir.(99) Din değiştirmeden önce kul ve miskin gibi mahlaslar alan , koşma ve mani söyleyen Ermeni aşuğlardan dört yüz kadarı da Türkçe isimler kullanmışlardır.(100) Esasen Ermeniler 18. y.y. ortalarına kadar Türkçe’den başka dil kullanmamışlar; İncillerini dahi her kilisede Türkçe okumuş; Çiçek,Gonca,Tepe gibi Türkçe isimler almışlardır. Gerek Türklerin gerekse Ermenilerin eserlerinde göze çarpan benzerlikler de vardır:(101)
Örneğin 18. y.y.da yaşamış olan Aşık Vartan ile Mecnuni’nin şiirleri gerek Türkçe söyleyiş gerek kuvvetli bir lirizmle dikkat çeker. Yine Türk yazarların ve şairlerin eserlerinde de farklı milletlere keza Ermenilere yer verilmiş olması Osmanlı imparatorluğunun kozmopolit yapısının doğal bir sonucudur. Kerem ile Aslı’da Aslı Ermeni bir papazın kızıdır. Köroğlu Destanı’nda Ayvaz’ın babası Ermeni’dir.(102) Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu,Ahmet Mithat Efendi,Hüseyin Rahmi Gürpınar, Peyami Safa, Memduh Şevket Esendal ve birçok Türk edebiyatçının eserlerinde Ermenilerden -küçük ya da büyük- bir parça bulmak mümkündür.(103)Türk edebiyatının klasiklerinden sayılan Çalıkuşu adlı eserde Reşat Nuri Güntekin oğluna Ermenice MiratTürkçe Murat adını koyan Hacı Kalfa tiplemesiyle bir yerden sonra iç içe geçen kültürlere gönderme yapmaktadır.
1921 yılında yayınlanan Genç Kalemler dergisinde Ömer Seyfettin’in de Osmanlı imparatorluğundaki milliyetçi akımlar ve Ermenilerle ilgili kayda değer tespitler yaptığını görürüz. Yazar, hikayelerinde Ermenilerin kuvvetlenen bağımsızlık arzularına ve Fransa,Rusya gibi büyük devletlerden destek aldıklarına değinmektedir.(104)
Bir imparatorluğun çatısı altında yüzlerce yıl birarada yaşamış,sırt sırta verip aynı toprağı paylaşmış iki toplumun bugün geldiği noktanın yüzyıllara zıtlığı ortadadır. Ermenilerin birtakım devletlerin politikalarına alet olarak yaptıkları katliamların Türk toplumunda açtığı yara çok derin olmasına rağmen eserlerinde Ermenilere yer veren Türk edebiyatçıların hiçbiri -düşmanlık duygusu aşılamamak için-  katliam konusunu işlememiştir.
İster birtakım menfaatlerini gerçekleştirmek için ister politika yapmak uğruna olsun; hiç kimse tarihi gerçekleri değiştirmeye muktedir değildir. Davranışta olmayan düşmanlığı doğal olarak eserlerinde de işlemeyen Türk yazarları bugün sahte soykırım anıtı dikenler,soykırım müzeleri açanlar karşısında haklı olmalarına rağmen haklılıklarını ölen vatandaşları üzerinden kanıtlamaya çalışmamışlardır. 

SONUÇ
  Bir yaz günü Atatürk, Florya Köşkü’ne giderken bir aksaklık yüzünden otomobili Kumkapı civarında durur.(105) Şoför arıza ile uğraşırken yakında oynayan bir grup çocuk merakla arabanın etrafını sarar. Aralarından biri Atatürk’ü tanır ve sevinçle ilerleyerek karşısında selam durur. Atatürk çocuğa ”Sen beni tanıyor musun?”diye sorar; çocuk”Elbette tanıyorum.” der, ”Sen hepimizin babası Atatürk değil misin?” Atatürk, ”Beni daha evvel hiç görmüş müydün?” Çocuk,”Hayır,fakat annem senin resmini yatağımın başucuna astı. Senin gibi küçük ve fakir çocukların babası odur der. Seni resminden tanıdım.” Atatürk, ”Peki senin adın ne?” Çocuk, ” Adım Artin. Babam öldü…”
  Atatürk öksüz bir Ermeni çocuğun kendisine bu kadar bağlı olmasına inanamayarak çocuğun söylediklerini tetkik ettirdiğinde söylenenlerin doğru olduğunu görerek çocuğu mükafatlandırır ve hayatı boyunca  çocukla ilgilenir.
  Tertemiz bir çocuğun içten tavırlarında somutlaşan düşünce, Ermeni soykırım iddialarına verilebilecek en sade fakat en etkili cevap değil midir? Nesilden nesile taşınan saygı ve dostluk hisleri bir Ermeni çocuğun zihninde tüm safiyetiyle böyle muhafaza edilmiştir.
  Osmanlı imparatorluğu tabiyetindeki halkları asimile edip Türkleştirmek yerine azınlıkları toplumsal ve siyasal haklar bakımından eşit kılarak her topluluğun karakteristik özelliklerini muhafaza ettiği örnek bir düzen kurmuştur. Buna rağmen Ermeni sorununun Osmanlı imparatorluğunun iç meselesi olarak kalmayıp uluslararası bir çıkar çatışmasının baş piyonuna dönüşmesi; Devlet’in Tanzimat,Islahat ve Meşrutiyet gibi adımlarını sorunu aşmakta yetersiz kılmıştır.
  Türkiye’deki Ermenilerin 1923 Lozan Antlaşması’yla Türk vatandaşlarının sahip olduğu hak ve hürriyetleri eşit olarak kazanıp huzur ve refah içinde yaşıyor olmalarına rağmen yurtdışındaki Ermeni lobileri yıllardır milyonlarca dolar harcayarak sanat,edebiyat ve spor alanlarında Türkiye aleyhine kampanyalar düzenlemektedirler. İddialarını kanıtlayacak dayanaklardan yoksun olmalarına rağmen Ermeniler, Türkiye’den kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri toprakları geri almak,yüklü bir tazminat ödenmesini sağlamak ve öne sürdükleri iddiaların Türkiye tarafından tanınması amacıyla güçlü bir propaganda hareketi yürütmekte ve bu sistemli çalışmalarının karşılığında da gerek büyük devletlerden gerek dünya kamuoyundan destek almayı başarmaktadırlar.
  En ciddi konuların bile sabun köpüğü gibi eritilebildiği ülkemiz gündeminde Ermeni meselesi de zaman zaman hararetle tartışılmakta; fakat kamuoyunun anlık tepkileri dışında kararlı ve sürekli bir tutum sergilenemediğinden tüm tartışmalar sonuçsuz kalmakta,tüm tepkiler Dünya’da aleyhimize gerçekleşen bir sonraki Ermeni hamlesine kadar geri çekilmektedir.
  Tarih sahnesinde kaldığı süre boyunca camiyi,kiliseyi,havrayı yanyana inşa ettiren bir devlet olmuştur Osmanlı imparatorluğu. Müslümanlar dini bayramlarda komşularına şeker ikram etmiş; gayrimüslümler yortularda Müslümanlara renkli yumurtalar yollamışlardır. Toplumlar arasında hiçbir ayrıma yer vermeyen barış rüzgarları eserken bir bardak suda koparılan fırtınalar ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin akılcı ve sağduyulu yaklaşımıyla dindirilebilir.
  İddiaların asılsızlığı Türkiye Cumhuriyeti’nin yetkili birimleri ve hatta bizzat Türkiye’de yaşayan Ermeniler tarafından dile getirilse bile aleyhinde propoganda yapan Ermeni ve Rum lobileri karşısında Türkiye’nin etkin bir propoganda yürütememesi , fikirlerini günümüzde bir devletin dış politikasını etkileyen sanat,edebiyat,spor gibi unsurlarla destekleyememesi iddialara verilen cevapları haklı oluşuna karşın sönük bırakmaktadır.
  Öncelikle, Osmanlı imparatorluğundan kalan arşiv belgeleri Türk ve tarafsız yabancı bilim adamlarının fikirleriyle desteklenerek yabancı dillere çevrilebilir,aynı şekilde yurtdışında bilim, edebiyat, sanat ve siyaset dünyasının önde gelen isimlerinin katıldığı konferanslar,sempozyumlar düzenlenip kitle iletişim araçlarının günümüzde gözardı edilemeyen etkisinden faydalanılabilir; Türkiye’de yaşayan Ermenilerin de yer aldığı filmler ve belgeseller çekilerek bu yapıtlar tüm dünyada gösterime sokulabilir.
  Soykırım iddialarının gerek siyasi arenada gerek dünya kamuoyunun gözünde çürütülememesi ülkemiz için maddi olarak ölçülebilecek bir kayıptan çok öte dünden bugüne taşınan ithamlar gibi yarınlarımıza da gölge düşürecek bir yük niteliğindedir. Yakın tarihte Ermenistan’da iktidara yakın isimler ”Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanınması ve birleşik Ermenistan’ın yeniden doğuşunun sağlanması için Türkiye’ye karşı yaptığımız mücadele ve baskı sürecek.” şeklinde demeçler vermiş hatta Batı Ermenistan olarak nitelendirdikleri Doğu Anadolu’nun kurtarılmasının ülkenin geleceğinin garantisi olduğuna dair ifadeler kullanmışlardır.(106)
Osmanlı imparatorluğunun kurduğu hoşgörü ve adalet çatısı altında çocuklarını kendi dillerinde söyledikleri ninnilerle büyütebilen; torunları için kendi dinlerinin gerektirdiği gibi dua edebilen Ermenilerin bugün teşekkür mahiyetinde sundukları zehirli elma yenilir yutulur cinsten değildir.
Ne öfke ne sessizlik ne de kör bir kayıtsızlık omuzlarımıza bindirilmek istenen bu yükün bertaraf edilmesi için yeterli tepkilerdir. Pusulamız akıl ve gerçek, referansımız Osmanlı imparatorluğunun örnek mazisi olduğu müddetçe atacağımız güçlü ve kararlı adımların Ermeni iddialarını tarihe gömmemesi mümkün değildir.

EK – 1

KRONOLOJİ

• M.Ö.2350 -Ermeni tarihçi Mouses’e göre Hayk’la Ermeni tarihinin başlaması
• M.Ö.351 -Ermenilerin yaşadıkları bölgelerin Makedonya kralı İskender  tarafından ele geçirilmesi
• M.Ö.150 -Partlı Arses’in Ermenilerin başına geçmesi, Arşaguni sülalelerinin kurulması
• M.Ö.115 -Arşak’ın oğlunun torunu 1. Ardeşeş’in bağımsızlığını kazanması
• M.Ö.64 -Romalıların Arşaguni sülalelerine son vermeleri
• M.S.226 -Ermenilerin yaşadıkları bölgelerin İranlıların eline geçmesi
• 301 -Ermenilerin Hrıstiyan oluşları
• 433 -Ermenilerin yaşadıkları bölgelerin Bizanslılara geçmesi
• 527 -Ermenilerin Roma ve Bizans kiliselerinden tamamen ayrılmaları
• 637 -Arapların Ermenilerin yaşadıkları bölgeleri ele geçirmeleri
• 961 -Ani Ermeni krallığının kurulması
• 1014 -Türklerin Ermenilerle ilk münasebetleri
• 1045 -Bizans’ın Ani krallığını ele geçirmesi
• 1064 -Sultan Alparslan’ın Ani’yi Bizanslılardan alması
• 1080 -Ermenilerin Kilikya bölgesine göç etmeleri
• 1095 -Kilikya Ermeni krallığının kurulması
• 1136 -Bizans’ın Kilikya’yı ele geçirmesi
• 1236 -Moğolların Ermenilerin bulunduğu yerleri işgal etmeleri
• 1453 -Fatih’in İstanbul’u fethi ve Hovakim’in Bursa’dan İstanbul’a getirilip Milletbaşı  ilan edilmesi
• 1830  -Ermeni Katolik cemaatinin resmen tanınması
• 1850  -Ermeni Protestan cemaatinin resmen tanınması
• 1853  -Ermeni Maarif Cemiyeti’nin resmen tanınması
• 1857  -Ermenilerin Van’da bir matbaa kurması
• 1859  -İlk Ermeni isyanı(Zeytun)
• 1863  -Nizamname-i Milleti Ermeniyan’ın onaylanması
• Mart 1863-İttiha-i Selamet Ermeni Cemiyeti’nin kurulması (Van)
• 1882  -Ermeni Silahlılar Derneği’nin kurulması(Erzurum)
• 1887  -Hınçak Komitesi’nin kurulması
• 1890  -Taşnaksutyan Komitesi’nin kurulması
• Haziran 1890-Erzurum isyanı
• Temmuz 1890-Kumkapı gösterisi
• 1892-1893-Merzifon,Kayseri,Yozgat olayları
• 1894  -1. Sasun isyanı
• 1895  -Zeytun isyanı
• Eylül 1895-Trabzon olayı
• 1895-1896-1. Van isyanı
• Ağustos 1896-Osmanlı Bankası baskını
• 1904  -2. Sasun isyanının bastırılması
• 1905  -Abdülhamit’e suikast girişimi
• 1909  -Adana olayı
• 1914  -Zeytun isyanı
• 1915  -2. Van isyanı
• Nisan 1915-Ermeni komite merkezlerinin kapatılması ve üyelerinin dağıtılması
• Mayıs 1915-Tehcir Kanunu’nun çıkarılması
• 1915  -Bursa,İzmit,Adapazarı,Adana,Urfa,Fındıkçık, Musadağı olayları
• 3 Mart 1918-Brest Litovsk Antlaşması
• 28 Mart 1918-Ermenilerin Brest Litovsk Antlaşması’nı kabul etmeleri
• Mayıs 1918-Ermenilerin bağımsızlıklarını ilan etmeleri
• Haziran 1918-Batum Antlaşması
• Eylül 1918-Tebriz’in ele geçirilmesi
• 19 Nisan 1919- Kazım Karabekir’in 15. Kolordu Komutanı olarak Erzurum’a gelişi
• 15 Haziran 1919-Doğu cephesi komutanlığının kurulması
• 10 Ağustos 1920-Sevr Barış Antlaşması,Bolşevik hükümeti ile Ermeni Taşnak hükümetinin barış antlaşması imzalaması
• 26 Ağustos 1922-Büyük Taarruz
• 24 Temmuz 1923-Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması

EK  – 2
OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDA ÖNEMLİ GÖREVLERDE BULUNAN ERMENİLER
BAKANLIKLARDA BULUNANLAR
Oskar Mardikyan-PTT Bakanı
Artin Davut Paşa-PTT Bakanı ve Bayındırlık Bakanı
Agop Kazasyan-Maliye Bakanı
Bedros Hallaçyan-Bayındırlık Bakanı
Mareşal Garabet-PTT Bakanı
Kirkor Sinopyan-Bayındırlık Bakanı
Kabriel Noradunyan-Dışişleri Bakanı
SENATÖR VE MEBUSLAR
Mareşal Ohannes Kuyumcuyan Paşa
Abraham Paşa
Manuh Azaryan
Ohannes Allahverdi(2. Meşrutiyet Meclis Başkan Vekili)
Vatakes Serengülyan
Rupen Yazıcıyan
Hamzazp Ballaryan
Sahak Yavrumyan
Karayan
Manuk Karacıyan
Mihran Düz
Mikael Altuntop
Agop Boyacıyan
Agop Şahinyan
Agop Babikyan
Kegan Dergarabetyan
Taniyal Karacıyan
Hamparsum Boyacıyan
Nezavet Dağaveryan
Karakin Pastırmacıyan
İstepan Ispartalıyan
Vaham Papazyan
Artın Boşgezenyan

YÜKSEK MAKAMLARDA BULUNAN DİĞER BAZI ERMENİLER
Londra elçisi Mustafa Reşit Paşa’nın yardımcısı Agop Gıcıkyan
Hariciye nazırlığı umumi katibi Sabak Abro
Kirkor Odyan-Devlet şurası üyesi
Sabuh Manas-Paris elçiliğinde görevli
Pol Manas-Paris elçiliğinde görevli
Artin Dodyan-Hariciye nazırlığı müsteşarlığında görevli
Andon Tıngır-Serdar-ı Ekrem Ömer Paşa’nın tercümanı

EK – 3

1973 – 1982 YILLARI ARASINDA VUKU BULAN ERMENİ TERÖR EYLEMLERİ
27 Ocak 1973:Santa Barbara’da Başkonsolos Ahmet Baydar ve Bahadır Demir şehit edildi.
22 Ekim 1975:Büyükelçi Daniş Tunalıgil Viyana’da şehit edildi.
24 Ekim 1975:Büyükelçi Başkatibi Oktay Cerit Paris’te şehit edildi.
9 Haziran 1977:Vatikan Büyükelçisi Taha Carım şehit edildi.
2 Haziran 1978:Emekli büyükelçi Beşir Balcıoğlu ve Necla Kuneralp Madrit’te şehit edildi.
12 Ekim 1979:Büyükelçi Özdemir Benler’in oğlu Ahmet Benler Lahey’de şehit edildi.
22 Aralık 1979:Turizm müşaviri Yılmaz Çolpan Paris’te şehit edildi.
6 Şubat 1980:Büyükelçi Doğan Türkmen Bern’de silahlı saldırıya uğradı.
17 Nisan 1980:Vecdi Türel Vatikan’da silahlı saldırıya uğradı.
5 Ağustos 1980:Lyon’da konsolosluğumuza yapılan silahlı saldırıda dört vatandaşımız yaralandı.
26 Eylül 1980:Basın ataşesi Selçuk Bakkalbaşı Paris’te silahlı saldırıya uğradı.
17 Aralık 1980:Başkonsolos Şarık Arıyak ve koruma görevlisi Engin Sever Sydney’de şehit edildi.
4 Mart 1981:Çalışma müşaviri Reşat Moralı şehit edildi.
3 Nisan 1981:Çalışma müşaviri Cavit Demir Kopenhag’ta silahlı saldırıya uğradı.
9 Haziran 1981:Sözleşmeli sekreter Mehmet Yergüz Cenevre’de şehit edildi.
24 Eylül 1981:Paris’te Başkonsolosluğumuzu basan dört Ermeni, güvenllik görevlisi Cemal Özen’i şehit etti.
25 Ekim 1981:2. Katip Gökberk Ergenekon Roma’da silahlı saldırıya uğradı.
28 Ocak 1982:Türk Başkonsolos Kemal Arıkan Los Angeles’ta şehit edildi.
8 Nisan 1982:Ticaret müşaviri Kemalettin Güngör Ottowa’da silahlı saldırıya uğradı.
7 Haziran 1982:Türk büyükelçiliği idari ataşesi Erkut Akbay Lizbon’da şehit edildi. Nadide Akbay ağır yaralandı.

DİPNOTLAR
Giriş
(1)http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/ozet/bugun.html
1. Bölüm
(2)Ahmet Cevat,Yabancılara Göre Eski Türkler,3. Baskı,İstanbul 1978,s.70-71
(3)Mim Kemal Öke,Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu 1914-1923,5. Baskı,İstanbul 2001,s.60
(4)Öke,a.g.e.
(5)http://www.kultur.gov.tr/portal/default_tr.asp?belgeno=18037 (T.C. Kültür Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi)
(6)Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,Osmanlı Belgelerinde Ermeniler(1915-1920),Ankara:1994,s.3
(7)Celalettin Yavuz,”Ermenilerin Arkasında Hep Birileri mi Olacak?”,KÖK Stratejik Araştırmalar Dergisi(2001),Cilt 3,No.1,s.3
(8) Kemal Taran,”Ermeni İddiaları Tutarsızdır”,Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu,Erzurum:Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları,1984,s.182
(9)Yavuz,a.g.e.,s.8
(10)a.g.e.
(11) Doç. Dr.:Mehmet Saray,”Türk Sovyet Münasebetleri Ve Ermeni Meselesi”,Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu,Erzurum:Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları,1984,s.128
 (12)a.g.e.
(13)T.C. Kültür Bakanlığı İnternet Sitesi
(14)Osman Şen,Dünden Bugüne Ermeniler,Ermeni Meselesi ve Türk Ermeni İlişkileri,KTÜ İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Bitirme Tezi,2000,s.85
(15)Taran,a.g.e.,s.184
(16)Neşide Kerem Demir,Türkiye’de Ermeni Meselesi,Bir Şehit Anasına Tarihin Söyledikleri,Ankara:Şafak Matbaası,1976,s.46
(17)Öke,a.g.e.,s.98
(18)Halil Kemal Türközü,Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi,Ankara:Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü,1982,s.15
(19)a.g.e.,s.99
(20)Demir,a.g.e.,s.47
(21)Öke,a.g.e.,s.138
(22)a.g.e.,s.141
(23)a.g.e.,s.145
(24)Dış Politika Enstitüsü,Dokuz Soru Ve Cevapta Ermeni Sorunu,Ermeni Konusunda Yayınları,Yayın no:8,1989,s.18
(25)Yavuz,a.g.e.,s.11
(26)Mehmed Hocaoğlu,Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler,İstanbul:Anda Dağıtım,1976,s.412
(27)a.g.e.,s.416
(28)Veysel Eroğlu, Ermeni Mezalimi,İstanbul:Sebil Yayınevi,1995,s.34
(29)Şen,a.g.e.,s.97
(30)Hocaoğlu,a.g.e.,s.428
(31)T.C. Kültür Bakanlığı İnternet Sitesi
(32)Esat Uras,Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi,Belge Yayınları,İstanbul 1987,s.50 
(33)a.g.e.,s.159
(34)T.C. Kültür Bakanlığı İnternet Sitesi
(35)Uras,a.g.e.,s.CXCI
(36)a.g.e.
(37)http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/ozet/index.html
(38)ibid.
(39)Yavuz,a.g.e.,s.12

2. Bölüm
(40)http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/iliskiler/index.html
(41)Hocaoğlu,a.g.e.,s.654
(42)Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,s.7
(43)Hocaoğlu,a.g.e.,s.655
(44)Öke,a.g.e.,s.147
(45)Hocaoğlu,a.g.e.
(46) Dış Politika Enstitüsü,a.g.e.,s.22
(47)http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/ozet/yer.html
(48)Kanar,a.g.e.,s.77
(49)a.g.e.
(50)Hocaoğlu,a.g.e.,s.646
(51)Milliyet Gazetesi,”Ermeniler’in 4T Stratejisi”,2 Haziran 1998
(52)Burhan Göksel,”Meşrutiyet Öncesi Ve Sonrasına Ait Resmi Devlet Yayınlarına Göre Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri”,Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu,s.170
(53)Taran,a.g.e.,s.193
(54)Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,s.8
(55)Evren Gürbüz,Sömürgecilik Tarihi Işığında Ermeni Sorunundaki Çıkar Odakları,Ankara:Ümit Yayıncılık,2002,s.91
(56)a.g.e.,s.92
(57)http://www.ermenisorunu.gen.tr/tehcir/index.html
(58)Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,s.3
(59)Türközü,a.g.e.,s.15
(60)http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/ozet/yer.html
(61)http://www.mfa.gov.tr/turkce/soru8.htm(T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi)
(62)http://www.mfa.gov.tr
(63)Meydan Larousse Ansiklopedisi,”Ermeniler,Ermenistan”,Cilt 4
(64)http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/ozet/yer.html
(65)Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,s.10
(66)Cevat,a.g.e.,s.44
(67)http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/tehcir/geri_getirilmesi.html
(68)Adı geçen internet adresi
(69)Prof. Dr. Hüseyin Pazarcı,Uluslararası Hukuk Dersleri,Ankara:Turhan Kitabevi,1999,s.177
(70)a.g.e.,s.178
(71)http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/makale32.html
(72)Kamuran Gürün,”Dünya Devletleri Politikalarında Ermeni Meselesi”,Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu,s.281
(73)Şinasi Orel,”Ermenilerce Talat Paşa’ya Atfedilen Telgrafın Gerçek Yüzü”,a.g.e.,s.313
 (74)http://www.mfa.gov.tr/turkce/soru7htm
(75)Orel,a.g.e.
(76) T.C. Dışişleri Bakanlığı İnternet Sitesi,adı geçen adres

3. Bölüm
 (77)Uras,a.g.e.,s.110
(78)Demir,a.g.e.,s.11
(79)Türközü,a.g.e.,s.1
(80)a.g.e.,s.2
(81) Prof. Dr. Ali Sevim,”Büyük Selçuklu İmparatorluğu Döneminde Selçuklu Ermeni İlişkileri”,a.g.e.,s.67
(82)Göksel,a.g.e.,s.162
(83)Hocaoğlu,a.g.e.,s.19
(84)Demir,a.g.e.,s.16
(85)Hocaoğlu,a.g.e.
(86)Öke,a.g.e.,s.91
(87)a.g.e.,s.89
(88)Yavuz,a.g.e.,s.21
(89)Ayhan Yalçın,Belgelerin Işığında Türk Ermeni Meselesinin İçyüzü,İstanbul:Eser Matbaası,1975,s.12
(90)Cemal Anadol, Ermeni Dosyası,İstanbul:Turan Kitabevi,1982,s.36
(91)Doç. Dr. Yücel Özkaya,”Arşiv Belgelerine Göre 18. Yüzyıl ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilerin Durumu”,Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu,s.150
(92)Öke,a.g.e.,s.70
(93)Anadol,a.g.e.,s.45
(94)Hocaoğlu,a.g.e.,s.27
(95)a.g.e.,s.35
(96)Anadol,a.g.e.,s.27
(97)a.g.e.,s.28
(98)a.g.e.,s.29
(99)a.g.e.
(100)a.g.e.,s.30
(101) Prof. Dr. İnci Erginün,”Tanzimat Sonrası Romanlarımızda Ermeni Tipleri”,Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu,s.53
 (102)Erginün,a.g.e.,s.54
(103)a.g.e.,s.55
(104)a.g.e.,s.56

Sonuç
(105)Anadol,a.g.e.,s.385
(106)Cumhuriyet Gazetesi,”Ermeniler Doğu Anadolu’yu İstiyor”,7 Şubat 2004 Cumartesi 
*  Ek-1,Ek-2,Ek-3’te Cemal Anadol ve Osman Şen’in çalışmalarından yararlanılmıştır.
KAYNAKÇA

KİTAP
• Anadol,Cemal.Ermeni Dosyası.İstanbul:Turan Kitabevi,1982.
• Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü.Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu.Erzurum:Atatürk Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları,1984.
• Cevat,Ahmet.Yabancılara Göre Eski Türkler.3. Baskı.İstanbul:Fin Kitabevi,1978.
• Demir,Neşide Kerem.Türkiye’de Ermeni Meselesi,Bir Şehit Anasına Tarihin Söyledikleri.Ankara:Şafak Matbaası,1976.
• Dış Politika Enstitüsü.Dokuz Soru Ve Cevapta Ermeni Sorunu.Ermeni Konusunda Yayınları,Yayın No:8.Ankara:1978.
• Eroğlu,Veysel.Ermeni Mezalimi.İstanbul:Sebil Yayınevi,1995
• Evren,Gürbüz.Sömürgecilik Tarihi Işığında Ermeni Sorunundaki Çıkar Odakları.Ankara:Ümit Yayıncılık,2002.
• Hocaoğlu,Mehmed.Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeni Mezalimi Ve Ermeniler.İstanbul:Anda Dağıtım,1976.
• Kanar Mehmet.Ermeni Komitelerinin Emelleri Ve İhtilal Hareketleri(Meşrutiyetten Önce Ve Sonra).İstanbul:Der Yayınları,2001.
• Öke,Mim Kemal.Yüzyılın Kan Davası Ermeni Sorunu(1914-1923).5. Baskı,İstanbul:Aksoy Yayıncılık,Şubat 2001.
• Pazarcı,Hüseyin.Uluslararası Hukuk Dersleri 2. Kİtap.Ankara:Turhan Kitabevi,1999.
• T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü.Osmanlı Belgelerinde Ermeniler.T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yayınları,Ankara:1994.
• Türközü,Halil Kemal.Osmanlı Ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi.Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü,Ankara:1982.
• Uras,Esat.Tarihte Ermeniler Ve Ermeni Meselesi.İstanbul:Belge Yayınları,1982.
• Yalçın,Ayhan.Belgelerin Işığında Türk Ermeni Meselesinin İçyüzü.İstanbul:Eser Matbaası,1975.

  MAKALE
• Yavuz,Celalettin.”Ermenilerin Arkasında Hep Birileri Mi Olacak?”,KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Dergisi.Cilt:3,Sayı 1.2001,ss.3-25.
• Milliyet Gazetesi,”Ermenilerin 4T Stratejisi”,2 Haziran 1998.
• Cumhuriyet Gazetesi,”Ermeniler Doğu Anadolu’yu İstiyor”,7 Şubat 2004 Cumartesi.

ANSİKLOPEDİ
• Meydan Larousse,Cilt:4.

TEZ
• Şen, Osman. Dünden Bugüne Ermeniler, Ermeni Meselesi Ve Türk-Ermeni İlişkileri. KTÜ, Trabzon:2000

İNTERNET
• http://www.mfa.gov.tr (T.C. Dışişleri Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi)
• http://www.kultur.gov.tr (T.C. Kültür Bakanlığı Resmi İnternet Sitesi)
• http://www.ermenisorunu.gen.tr (Ermeni Sorunu,İddialar,Gerçekler)

Not: Bu yazı Ermeni Araştırmaları Enstitüsü’nün düzenlemiş olduğu 2004 Türkiye Ermeni Araştırmaları Makale Yarışmasında 500 yarışmacı arasında 8. olarak mansiyon ödülü almaya hak kazanmıştır.

document.write(location.href)http://216.239.59.104/search?q=cache:pb4J7XU4LIwJ:www.turksam.org/tr/yazilar.asp%3Fkat1%3D3%26yazi%3D878+YABANCILARA+G%C3%96RE+ESK%C4%B0+T%C3%9CRKLER&hl=tr&ct=clnk&cd=5&gl=tr

Türkler ve İslam: Panoramik Bir Bakış..! Mayıs 18, 2007

Posted by Aybars in Din.
add a comment

 http://www.yorumla.net/archive/index.php?t-160229.html Türkler ve İslâm, Türklerin İslâmiyet’i seçtiği asırlardan bu yana, birbiriyle et–tırnak mesabesinde olmuş ve çok yerde Türk kelimesi Müslüman kelimesiyle eş manâlı olarak kullanılır hale gelmiştir. İslâmiyet’i kabûl etmeyen Türkler, zamanla Türklüklerinden de çıkmış, Türkler İslâmiyet’e kale ve bayraktar olurken, İslâm da Türkler için koruyucu bir sera fonksiyonu görmüştür. Yer yer Türklere ve Türkiye’ye yeni referanslar arandığı günümüzde bu meseleye tarihî açıdan kısaca bakmakta fayda mülâhaza ediyoruz.

Bir Mukayese

Türklerin, medeniyet kurmuş en büyük milletlerden biri olduğuna tarih şahiddir. Objektif, hattâ bir dereceye kadar Türkçü tarihçi ve sosyologların bu konuda vardıkları hüküm şudur: Türklerde millî birliği kuran unsurlar arasında din, dilden hiç de geri kalmamıştır. Türkler Müslüman olmasaydı, değişik isimlerle kavimler halinde dağılıp gidebilirlerdi; nitekim daha önce çeşitli dinlere girip birbirlerine düşman olmuşlardı. İlk defa Müslümanlık bütün Türkleri bazı istisnalar hariç topyekün içine alacak kuvveti gösterdi ve Türkler Müslüman olduktan sonra kuvvetli birlikler teşkil ettiler.(Güngör, 16)

Gerçekten de Türkler, Müslüman oluncaya kadar, girip çıkmadıkları din kalmamıştır denecek ölçüde pek çok dine girmiş çıkmış (Öztuna, 1:83), bu dönemde önemli devletler kurmuş, fakat bu devletlerin hiç biri Türkleri büyük ölçüde de olsa birleştiremediği gibi, tarihî açıdan çok büyük önem arz edici olmamıştır. Bunun da ötesinde, Müslümanlaşmayan Türkler, neticede Türklüğünü de kaybetmiş ve başka dinler, başka milletler içinde eriyip gitmişlerdir. Meselâ, 865’e kadar bir Türk devleti olan Bulgar Hanlığı ve bir Türk kavmi olan Tuna Bulgarları, bu tarihten sonra, Hıristiyan oldular ve Slavlaşmaya başladılar. Bu Slavlaşma bir asır içinde tamamlandı. 1000 senesinden evvel Bulgarlar arasında Türkçe artık unutulmuş ve Bulgar Türkleri bir slav halkı olmuştu. Bunlar, bugünkü Bulgarları teşkil etmiştir (Öztuna, 1:203). Aynı şekilde, 12’nci asırdan sonra artık Peçeneklerden de bahsedilmemektedir. Üç asır doğu Avrupa’da mühim rol oynamasına rağmen Peçenekler, yerleşik hayata geçememiş ve muntazam bir devlet kuramamışlardır (Öztuna, 1:221). Peçeneklerden boşalan kuvvet muvazenesinde Kumanlar onların yerini almış, fakat Macaristan’a girip, uzun zaman Macar Ovası’nda kalarak, neticede Macarlaşıp gitmişlerdir (Öztuna, 1:223).

Tarihin, coğrafî genişlik bakımından belki en geniş imparatorluğu olan Moğol İmparatorluğu’nun hikâyesi de, farklı değildir. Öztuna’ya kulak verelim:

“Japonya ve Hindistan dışında bütün Asya, bütün Doğu Avrupa, Viyana’ya kadar Orta Avrupa, Trakya’ya kadar Balkanlar, Moğol hakimiyetine düştü. Okyanusya ile Almanya arasında kesiksiz uzanan bu muazzam imparatorluk, bütün tarihteki devletlerin mutlak şekilde en genişidir. Kubilay zamanında büyük Moğol Kağanlığı 44 milyon km2 bir toprağa sahip bulunuyordu. O zamanki dünyanın 64 milyon km2 kadar olduğu hatırlanırsa, dünyanın üçte ikisinin ve dünya nüfusunun üçte ikisinden fazlasının Moğol idaresinde birleştiği anlaşılır. Onun zamanında Fransa’da 10, İngiltere’de 2 milyon nüfusun yaşadığı hatırlanmalıdır. Marco Polo, Kubilay hakkında; “Hz. Âdem’den beri yeryüzüne gelmiş en büyük ve en zengin hükümdar” der.

“Hulâgu’nun Bağdat’ı, Şam’ı, Musul’u, Halep’i fethettiği 1258 yıllarında ağabeyi Kubilay, Tonkin’in merkezi Hanoy’u fethediyordu. Bu iki kardeşin amca oğulları Batu da, bir kaç yıl önce Balkanlar’ı, Macaristan’ı, Çekoslavakya’yı, Lehistan’ı fethetmiş, Breslau’ı almış, Viyana’ya gelmiş, Adriyatik’e dayanmıştı. Breslau ile Cava arasındaki mesafenin kuş uçuşu 10.000 kilometreden fazla olduğu hatırlanırsa, gerçekleştirilen fütuhatın azameti kavranabilir.

“Bununla beraber, Moğol İmparotorluğu’nun tarihteki mevkii, Türk–Osmanlı İmparatorluğu derecesinde büyük değildir. Çünkü az zamanda dağılmış, ayrıldığı dört imparatorluktan üçü (Müslümanlaşarak) Türkleşmiş ve bu saydığımız üç muazzam siyasî teşekkkül derecesinde devamlılık gösterememiştir. (1:243)

“Ve, Cengiz’den sonra Moğol İmparotorluğun’un dört şubesinden üçünün İslâm dinini ve Türk dilini ve kültürünü kabûlünü müteakip, artık Müslüman olmayan, hele Şaman dinine sâlik Türkler, ehemmiyetsiz bir ekalliyet halinde, Uzak Doğu’nun, Sibirya’nın ıssız ülkelerinde idamei hayat edebilmişlerdir.” (Öztuna, I:140)

Türk Tarihinin En Büyük İnkılâbı

Türklerin Müslüman oluşu, Türk tarihinin en önemli hadisesi, insanlık tarihinin de en önemli hadiselerinden biridir. Bunun tarihi, genellikle 10. asırdan, daha geride 751 Talas Savaşı’ndan başlatılırsa da, Buhari, Müslim ve Tirmizî gibi en büyük Hadis imamlarının Maveraünnehir kökenli olduğu hatırlanırsa, bu tarih daha öncelere de kaydırılabilir. Nitekim, son İran Sâsânî şehinşâhı III. Yezdicerd, 642 Nihavend mağlubiyetinden sonra imparotorluğunu kaybedince, Merv’e gelip Batı Göktürk hakanı Tulu Kağan’a sığınmış, daha sonra Horasan’ı alan Müslümanlar, Emevîler çağında Amuderya’yı geçip Mâverâünnehr’e girmişlerdi. 710–716 arasında Emevî umumî vali ve başkumandanı Kuteybe ibn Müslim, Mâveraünnehr’in hemen tamamını Türkler’den almış ve Semerkand, Buhara gibi büyük merkezler, İslâm devletine katılmıştı. Buralarda yaşayan Türkler, İslâm hakimiyetini kabûl etmişler ve neticede Türkler arasında ilk Müslüman olma vakaları başlamıştır (Öztuna, 1: 88).

Çinlilerin Müslümanlara karşı giriştiği Talas meydan muharebesinde Arap Müslümanlarla Türkler silah arkadaşlığı yaptılar ve bu, 7. asrın iki büyük fâtih milleti arasında büyük bir psikolojik yakınlaşma meydana getirdi. Bu tarihten itibaren İslâm, Türkler arasında sulh yoluyla yayılmaya durdu. Bu tedricî nüfuz ve yayılışlar sayesindedir ki, kaynaklar 960 yılında 200.000 çadır halkı gibi büyük bir göçebe kitlesinin İslâm dinini kabûl ettiğine dair mühim bir hadiseyi bildirmişlerdir (Turan, 239).

Karahanlılardan Satuk Buğra Han’ın “Abdülkerim” adını alarak 920 yıllarına doğru İslâm dinini kabul etmesiyle, Türk tarihinin mukadderatı değişti ve bu hadise, Türk tarihinde tam bir dönüm noktası teşkil etti (Öztuna, 135). Artık Türklerin yüzleri İslâm dünyasına dönmüştü. Burada mağlûbiyete uğrayan Çin ise iç buhranlara düşerek, bir daha Orta Asya’ya ve Türklere müdahalede bulunamadı (Turan, 219).

Bu âna kadar Türkler, etrafı yüksek dağlarla çevrili bozkırlardan ve çöllerden oluşan bir kara ülkesi halkıydı. Müslüman olduktan sonra yüzünü batıya, sürekli batıya çeviren Türkler, denizlere açılmaya ve kurdukları cihan devletleriyle dünya çapında bir millet olmaya yöneldiler.

1040’ta Karahanlılar, Kaşgar ve Semerkand’da idi. Bu tarihte Selçuklular, Gazneliler’e karşı Dandanakan zaferini kazandılar. Bu zafer, Türk tarihinin İstanbul’un fethi ve Malazgirt’ten sonra en mühim hadisesidir. 1000 yıl kapalı kıtalarda dolaşan Türkler, Dandanakan’la bir hamlede açık denizlere inmişler (Öztuna, 1:383) ve Büyük Türk Hanlığı tacı, Selçuklular’a geçince, artık Türk İmparotorluğu, bir Yakın Doğu devleti olmuştur. 1071 yılı ise, Malazgirt zaferi ve Anadolu’nun fethinin başlangıç yılıdır. 3 yıl sonra 1074’te Türkiye devleti kurulmuş ve başkent olarak İznik şehri seçilmiştir. Bu yüzyıl, Türk tarihi hesabına baş döndürücü olmuştur (Öztuna, 138).

Moğol istilasıyla ağır bir darbe alan İslâm ağacı, Türklerin Müslüman olmasıyla birlikte yeni ve oldukça muhteşem bir sürgün verdi. O kadar ki, bugün İslâm tarihi ve İslâmTürk tarihi sanki 19 ve 20’nci asırlardan ibaretmiş gibi, gözümüzü bu geçmişimize kapayıp, son iki asırdaki gerilememizin vebalini İslâm’a yıksak da, tarihin apaçık şahid olduğu bir gerçek vardır ki, 1774’te Ruslar karşısında aldığı mağlûbiyetle Türk–Osmanlı devleti, dünyanın en büyük devleti olma sıfatını kaybedinceye kadar, kısa bir Moğol devri hariç, tam 11,5 asır cihanın en büyük gücü şu veya bu Müslüman devleti olmuş ve çok kere bu müddet içinde dünyanın 2., 3., 4. güçlü devletine de yine Müslümanlar sahip bulunmuştur (Öztuna, 1:326). Bunun sırrını Nureddin Topçu, şöyle açıklar:

“Ruhî hayatımızın zirvesi, dinî tasavvurların dünyasıdır. İslâm dininin, milletimizin kuruluşunda en büyük rolü oynadığını biliyoruz. Türk’ün Müslüman olması, maddî hayattan ruhî hayata geçiş diye vasıflandırılabilir. Böyle bir gidiş, insanın tabiî ilerleyişidir. Gayesi ruha kavuşmak olan dinî hareket, yalnız ibadetler halinde görülen disiplinli bazı hareketlere münhasır değildir. O, mü’minin bütün hayatına yayılmıştır. Gerçek dindarın hareketi ibadet, sözü dua, bakışı rahmet, beraberliği kuvvettir. Bu hale ulaşabilme, duyulardan akla, akıldan kalbe ve ilhama yükselme sayesinde mümkün oluyor. Bu hayatta, tecrübe, akla dayanmış bir merdivendir. Akıl ise, kanadı aşk olmak şartıyla, kalbe ve ilhama yükseltici kuvvettir.” (Topçu, 133)

İslâm’ın Dönüştürücülüğü

İslâm, kendisini kabul eden fertleri ve toplumları, çok kısa zamanda değiştirme gücüne sahiptir. 23 sene gibi çok kısa bir zaman içinde, âdetlerine son derece bağlı, alabildiğine mutaassıp, acımasız, her bakımdan geri bir çöl topluluğundan, Kıyamet’e kadar bütün insanlara ilim, maneviyat, muamele, ahlâkî değerler gibi hayatın her sahasında rehberlik yapacak bir Sahabe toplumunu çıkarması, İslâm’ın eşsiz mucizesidir. Bunun gibi İslâm, kendisini kabûl eden diğer toplumları da aynı şekilde değiştirmiştir. Meselâ, Isaac Taylor, İslâm’ın kişiler üzerindeki tesiri konusunda Church Congress of England (İngiltere Klise Kongresi)’da yaptığı konuşmada şunları söylemiştir:

“İslâmiyet kabul edildiği zaman putperestlik, totemizm, çocukları öldürme, büyücülük hemen kaybolur. Kirliliğin yerini temizlik alır ve İslâm’ı kabul eden kişi, şahsî bir şeref, haysiyet ve kendine güven duygusu kazanır. Hayasızca yapılan danslar, oyunlar ve cinsler arası ahlâksız münasebetler sona erer; kadının iffeti, kabul edilen bir fazilet halini alır. Çalışkanlık, tembelliğin yerine geçer ve keyfîlik yerini kanuna bırakır. Düzen ve temkin yerleşir. Kan davalarıyla, hayvanlara ve kölelere kötü muamele yok olur. İslâm, batıl inançlarla her türlü tefessühü silip süpürmüştür. İslâm, boş polemiklere karşı bir baş kaldırmadır. Kölelere ümit, insanlığa kardeşlik ve temel insan fıtratına tanıma getirmiştir.. İslâm’ın yerleştirdiği faziletler edeb, nefse hakimiyet, temizlik, iffet, adalet, metanet, cesaret, cömertlik, misafirperverlik, dürüstlük ve sabırdır.. İslâm, Müslümanlar arasında tam bir kardeşlik ve eşitlik vaz’eder. Kölelik, İslâm inancının bir parçası değildir. Çok kadınla evlilik şartlara bağlıdır ve zor bir iştir. Kaide olmaktan ziyade, sadece bir istisnadır. Musa [as] onu yasaklamamış, Davud [as] uygulamış, İncil de açıkça men’ etmemiştir. Muhammed [sas] ise, onu sınırlandırmış ve belli şartlara bağlamıştır. Müslümanlar, Allah’ın iradesine teslimiyetleri, nefse hakimiyetleri ve iffet, doğruluk ve İslâm kardeşliği sayesinde kendilerini taklitle çok şeyler kazanacağımız bir model oluşturmuşlardır. İslâm, Hıristiyan dünyanın üç baş belâsı olan sarhoşluk, kumar ve fuhşu ortadan kaldırmıştır. İslâm, medeniyet adına Hıristiyanlıktan çok daha fazla şey ortaya koymuştur.” (İzzetî, 335–36)

Yabancı Gözlemcilere Göre Müslüman–Türk Toplumu

İslâm, Türk tarihinde, bugün Türkiye’de yaşayan hiç kimsenin hayal edemeyeceği bir toplum meydana getirmiştir. Onun ancak son ve yıkılış dönemine yetişmiş Mehmet Akif, Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi yazar ve şairlerimizin bazı kesitlerini sunduğu bu toplum hakkında batılı seyyah ve gözlemciler şunları yazıyordu:

Halkın ve toplumun karakteri

Türkler, çok dindar ve merhametlidirler. Büyük saygı besledikleri padişahlarına son derece sâdık ve itaatkârdırlar. Türkler, birbirleriyle pek münakaşa etmezler. Şehirde askerler de dahil, kimse silah taşımaz. Pek az kavga ederler, düello nedir bilmezler… Gerçekten halis Türkler şarap içmezler… Çok sayıda oyunları vardır ama, parasız oynarlar… Türkler, az yerler, ne çok çeşitli, ne de çok nefis yemeklere düşkündürler… Kötü taraflarına gelince, çok izzeti nefis sahibidirler; kendilerini bütün milletlerin fevkinde görürler. Yeryüzünün en cesur ve asil kavmi olduklarına inanırlar…

Türkler, her sahada intizamı o kadar severler ki, onu korumak için hiç bir şey yapmaktan çekinmezler… Her türlü eşya makul fiyatlara satılır. Mal satanların tartılarını kontrolle tavzif edilmiş memurlar her gün satıcıları kontrol ederler. Eğer terazisi hileli olan veya pahalı satan bir satıcıya tesadüf ederlerse, derhal değnek cezasını infaz ederler ve ayrıca tazminata da mahkûm ederler…” (Monsieur de Thevenot, Relation d’un Voyage Fait Au Levant, Paris 1665, s: 111, 126; nakl: Yabancılara Göre Eski Türkler, 7, 9)

Türkler oyun oynamayı çok istihkâr ederler. Para kazanmak için oynayan bir adam, yani kumarbaz onların nazarında hırsızdan da âdi bir mahlûktur. Türkler dansı, kendileri için insanlık şeref ve haysiyetlerini lekeleyen, insanın en bayağı ve iptidâî taraflarına hitap eden basit bir maharet telâkki ederler.” (Porter, 32, nakl: Eski Türkler, 144)

“İnsan, paşadan küçük bir bakkala kadar bütün Türklerin aynı okulda yetişmiş, aynı asâlet mertebesine sahip büyük senyörler olduklarını zanneder… İstanbul halkı, yeryüzünün en medenî ve en dürüst halkıdır. İstanbul’da sokak kavgalarına, maksatsız dolaşan serserilere, dedikoducu kadınlara, herhangi bir fuhuş belirtisine, yüz kızartacak hiçbir harekete rastlamak mümkün değildir. Bütün yüzler, eller ve ayaklar tertemizdir. Yırtık elbiselere nâdiren rastlanır. Ama kirli olanlarına hemen hiç rastlanmaz. Hiç bir tarafta haylaz ve dilenci güruhuna tesadüf edilmez. Her tarafta muhtelif içtimâî sınıfların birbirlerine, karşılıklı saygı duydukları müşahade edilir.” (Reclus, 165, nakl: Eski Türkler, 6667)

“Birbirlerine karşı dürüst ve müşfiktirler. Yemek yerken kaç kere yanlarından geçen bir fakiri çağırıp doyurduklarını gördüm. Biz, bunu yapmazdık. Bir menfaat elde etmek yahut göze girmek için asla dalkavuklukta bulunmazlar. Hürmetkâr, cesur, ciddi ve sadedirler. Kimseye hakaret etmek istemezler. Az ve öz konuşurlar. O kadar dürüst ve namusludurlar ki, başka türlü olunabileceğini düşünmediklerinden ve herkesi kendileri gibi sandıklarından daima aldatılırlar. Türklerde sonsuz bir iyilik, şefkat ve sadelik hazinesi, güzel olan her şeye karşı köklü bir saygı ve zayıfa karşı derin bir merhamet mevcuttur.” (Garanville Murray, nakl: Eski Türkler, s: 79, 84, 85)

Kadın ve aile

“Sokakta bir kadına rastlayan erkek, bakmak yasak edilmiş gibi başını çevirir. Bir Türk için hiddetlenip kadına el kaldırmak kadar ayıp bir şey yoktur.” (Porter, nakl: Eski Türkler, 81)

“İranlılarda görülen gösterişe Türklerde rastlanmaz. Türkler arasında çelimsiz ve hastalıklara nâdiren rastlanır. Kanaatkâr ve sâde bir hayat sürmek onları böyle sıhhatli tutmaktadır. Türk, hiç bir zaman aldatmaz. Namuslu, iffetli, doğru sözlüdür. Yakınlarına çok bağlı olan Türk, elinde bulunan her şeyi onlarla paylaşır, karşılığında da hiç bir şey talep etmez. Türk, aile içinde âdil ve müşfiktir. Türk, umûmiyetle aile ve izdivaç bağlarına Avrupalılardan çok daha hürmetkârdır… Evin içinde mutlak hâkim olan kadın, daima müşfik ve mültefit bir muamele görmektedir… Türklerdeki fıtrî iyilik, tesir sahasını hayvanlara kadar teşmil etmekte ve meselâ bir çok bölgelerde eşeklere haftada iki gün dinlenme izni verilmektedir.” (Elisee Reclus, Nouvelle Geographie Universelle, “La Terre et Les Hommes,” 1884, c:9, s: 543, nakl. Eski Türkler, 4446)

İdareye saygı ve ordu

“Türklerde yalancılık, cinâyet ve hilekârlık yoktur. Padişahlarına tahtta kaldıkları müddetçe itaat ettikleri gibi, ALLAH’a da hiç bir engizisyona ihtiyaç olmadan mü’min ve mutidirler.” (Lord Byron, La Crise de O’rient’de, Paris 1907, nakl: Eski Türkler, 76)

Türkler, hükümdarlarına derin bir hürmet beslemelerine ve ondan bahsederken çok nazik ifadeler kullanmalarına rağmen, çok kere onunla serbestçe konuşmakta, şikâyetlerde bulunup gerek padişahı gerekse vezirlerini haksızlık yaptıkları takdirde tenkit etmekten çekinmemekte…. ve hattâ baskı ve tahakküm ifrata vardırıldığı takdirde, isyanlara bile tevessül etmekten kaçınmamaktadırlar.” (Porter, nakl: Eski Türkler, 189)

“1832’de Arnavutluk, Manastır, Makedonya, Bulgaristan, Sırbistan’ı dolaştım. Bilhassa batı ve kuzey taraflarında Padişah ve Sadrazam’dan bahsederken ‘Allah, ömrümün on senesini alıp onunkine eklesin’ demeyen pek az köylüye rastladım.” (Eski Türkler, s:127)

“1526’da 200.000 kişi (Mohaç’a giden ordu) ekilmiş tarlalara ayak basmadan ve bir tek ot koparmadan yaya olarak imparotorluğu bir baştan öbür başa katetmiştir.” (J. Michelot, nakl: Eski Türkler, 90)

“Sükûn, intizam, ordugâhlarındaki temizlik, lüzumunda ceza vermek gibi müeyyidelerle desteklenen itaat, uzun yürüyüşlere, az gıdaya razı olmak, savaşa karşı iştiyak, muharebede şevk, disiplindeki mükemmeliyet, nefsi kontrol, gayeye sadakat: bütün bunlar, Türk askerlerinin mucizevî hasletlerinden bazılarıdır.” (Eski Türkler, 175)

Türkler, bizim askerlerimize göre üç sebepten dolayı üstündürler. Komutanlarına derhal itaat ederler. Savaşırken hayatlarını hiçe sayarlar; uzun müddet arpa ve su ile iktifâ ederek ekmek, su istemezler ve şarap içmekten nefret ederler. (Eski Türkler, 176)

Hoşgörü

“Fâtih bir millet olan Türkler, idâreleri altındaki çeşitli milletleri Türkleştirmeye çalışmamış, onların din ve âdetlerine saygı göstermişlerdir. Romanya için Rus ve Avusturya idaresi yerine Türk idaresi altında yaşamak bir talih eseri olmuştur. Zîra aksi taktirde bugün Romen milleti diye bir millet olmayacaktı.” (Popescu Ciocanel, La Crise de O’rient, Paris 1907, nakl: Eski Türkler, 79).

Muhteşem medeniyet

“Binâenaleyh Evliyâ Çelebi’nin 17. asır sonunda Ankara şehrinde 170 çeşme, 3000 kuyu, 76 câmi ve en büyüğü 3.000 dervişi barındıran Hacı Bayram olmak üzere 15 kadar zâviye tespit etmesinde şaşılacak bir şey yoktur. Yine Ankara’da Evliyâ Çelebi’ye göre, 200 hamam, 70 bahçeli saray, 6.600 ev, Kur’ân’ı ezbere bilen 2.000 kadar kız ve erkek çocuk ve ayrıca şerh ve tefsir edebilecek 1.000 kadar genç mevcuttur.” (Reclus, 193, nakl: Eski Türkler, 71)

“İstanbul’un büyük caddelerinin birinden geçiyoruz… Yol bizi, camilere, köşklere, minarelere, kubbeli çeşmelere, altın ve arabesk yazılarla süslü padişah türbelerine götürüyor. Her taraf mimarî şaheserleri, su şırıltıları, âhenkli bir mûsikî gibi hisleri kucaklayan ve ruha neşe veren serinlikteki gölgelerle dolu… Buradan padişahların kendi adına yaptırdıkları camilere varılıyor. Bunların her biri, caminin muhteşem kubbesi yanında hemen hemen silikleşen medrese, hastahane, kütüphâne, dükkân ve hamamlardan mürekkep küçük bir şehir teşkil etmektedir… Burada artık güzellik duygusundan çok daha derin ve çok daha kudretli bir şey hissetmeye başlıyoruz. Bize başka bir düşünce ve duygu dünyasının mermerden örülmüş muhteşem bir medeniyetin ifadesi gibi görünen bize yabancı ve karşı bir milletin, bize düşman bir îmânın iskeletini temsil eden ve zarif sütunlarının azametli diliyle, bizimkinden apayrı bir ALLAH’ın önünde eğilen, ecdadımızın titrediği bir halkın zaferini ilân eden bu âbideler, bu eserler, insana korku ve kuşku ile karışık bir hürmet telkin ederler.” (Reclus, 149, nakl: Eski Türkler, 7374)

Ana kaynak

“Avrupalılar, ahlâkî ve dînî peşin hükümlere kapılmasalar, Kur’ân–ı Kerim’in amelî hayatla sıhhatli bir felsefenin mükemmel bir imtizâcını teşekkül ettirdiğini, O’nun metafizik ve mücerret bir fazileti değil, beşeri hayata tam mânâsıyla intibâk ettirilebilecek bir fazileti talim eden bir kitap olduğunu teslime mecbur olurlardı. Eğer bütün insanlar Kur’ân’ın ahkâmına tam mânâsıyla riayet ederek yaşasalardı, bütün örf ve âdetlerin âhenkli bir şekilde muvâzelendirildiği altın çağın geri geldiğini görürdük.” (Reclus, 173, nakl: Eski Türkler, 68.)

Müslüman–Türk toplumu hakkında batılı seyyah ve yazarlarca ifade edilen bütün bu meziyetler, Türk karakteri ile İslâm’ın âhenkdâr kaynaşmasının, İslâm’ı samimî kabulün ve hayata hayat yapmanın meyveleri idi. Öyle inanıyorum ki, yarının tarihine de aynı kaynaşma ve aynı samimî kabûl yön verecektir.

Kaynaklar

– Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, c.1, Ötüken Yayınevi, İstanbul 1983.

– Ebulfazl İzzetî, İslâm’ın Yayılış Tarihine Giriş, çev. C. Koytak, İnsan Yayınları, İstanbul 1984.

– Yabancılara Göre Eski Türkler, Bedir Yayınevi, İstanbul.

– Nurettin Topçu, Yarınki Türkiye, Dergâh Yayınları, İstanbul 1978.

– Prof. Dr. Osman Turan, Türk Cihan Hakimiyeti Mefkûresi Tarihi, Nakışlar Yayınevi, İstanbul.

– Doç. Dr. Erol Güngör, “Türk Millî Karakterinin Kaynakları”, Töre, sayı: 43

Türk Dünyası’na Açık Mektup! Mayıs 18, 2007

Posted by Aybars in Adalet, Ahlâk, Aile, Akrabalık, Aktarma yeteneği, Alperenler, Başlangıç, Bağlantılar, Bekarlara yardım, Birlikte çalışma, Canlılara hizmet, Dayanıklılık, Dürüstlük, Devlet, Din, Diğergamlık, Edep, Emanete sahip, Göçebelik, Güvenilir, Girişimcilik, Gurbet-gezme, Hastalara yardım, Hoşgörü, Kategorilenmemiş, Kimlik, Kimsesizlere yardım, Komşuluk, Konukseverlik, Sakinlik, Saygı-sevgi, Sevgi, Sorumluluk, Spor, Tasavvufi derinlik, Türklerin Bakışı, Uygar, Yardımlaşma, Yönetimde hoşgörü, Yenilikçilik, Zaman, İnsanlık, İnsanlığa hizmet, İstanbul efendisi.
add a comment

Aziz Türk Milleti

Dünyanın en asil ve uygar milleti iken beceriksiz yöneticiler elinde dünyanın en zayıf ve görgüsüz milleti haline gtirildin.

Kendini unuttun. Vasıflarını unuttun. Seciyeni (karakter) bilmez hale geldin. Sapla samanı karıştırıp, doğru ile yanlışı ayırdedemez duruma düşürüldün. Hafızanı kaybettirdiler.

Yeniden büyük olmak istiyorsan kendini tanımalısın. Sana hayat veren ana vasıfları bilirsen, seciye ve ahlâkını öğrenirsen, iyi ve güzel yanlarını geliştirebilir, olumsuz yanlarını törpüleyebilirsin. Ama kendini tanımazsan yok olup gidecek, koyun sürüsü haline getirileceksin.

Zararın neresinden dönersen kârdır. Sana yakıştırılmak istenen, asla senin özelliğin olmayan sıradan özellikler, senin asıl seciyen (karakter) imiş gibi sana yutturulmaya çalışılıyor. Bundan hemen kurtulmalı kendini yakından tanımalısın. Onun için de tarihine, uygarlığına, eserlerine bakmalısın. Seni asil yapan neler varsa onları yeniden öğrenmeli ve evlatlarına öğretmekle kalmayıp yaşatmalarını sağlamalısın.

Biz bir gönüllüler topluluğu olarak bir çalışma başlattık.  Bu sitede bizi biz yapan seciyemizi araştırıp milletimizin hizmetine sunmaya çalışacağız. Sen de katıl.

Yöntemimiz, sıradan özelliklerimizi anlatmak değil, davranışlarımızı yönlendiren, neredeyse genlerimize yerleşmiş ana hususiyetleri işlemek olacaktır. Seciyemizi (karakter) bu şekilde ilgililerin dikkatine sunulmak üzere ortaya koymaya çalışacağız.

Çalışmak bizden, yardım Allah’tan.

KÜÇÜK İŞLER YAPMASINI BİLMEYENLER BÜYÜK İŞLER BAŞRAMAZ! (İsmail Gaspıralı)