jump to navigation

SEVGİ MEDENİYETİ Mayıs 18, 2007

Posted by Aybars in Adalet, Ahlâk, Aile, Akrabalık, Bekarlara yardım, Birlikte çalışma, Canlılara hizmet, Dürüstlük, Din, Diğergamlık, Edep, Hastalara yardım, Kimsesizlere yardım, Komşuluk, Saygı-sevgi, Sevgi, Yardımlaşma, İnsanlığa hizmet, İstanbul efendisi.
add a comment

Zeki Soyak

 Bir toplumda insanî ilişkiler ve insanların diğer canlılara ve doğaya karşı tutum ve davranışları, o toplumun inanç, örf ve adetlerinin, gelenek ve göreneklerinin göstergesidir. Yüzlerce yıl bir arada yaşayan insanlar, aynı mahalleyi, aynı köyü, aynı şehri yurt tutmuş bir çok müşterekler edinmişlerdir. Aynı acıları, aynı sevinçleri paylaşmışlar, toplum hafızasında unutulması mümkün olmayan hatıralar ve izler bırakan nice hadiseleri beraber yaşamışlardır.

Bu paylaşımlar, yüzlerce yıl süren bu beraberlikler, yaşanılan topraklarda yeni yeni medeniyetlerin doğmasına, gelişip büyümesine vesile olmuştur. Medeniyetlerin oluşmasında elbette en büyük etken DİN’dir. Dinsiz, inançsız bir toplumun kalıcı ve etkileyici bir medeniyet tesis etmesi asla mümkün değildir. Geçmişte birçok kavimler çok büyük toprak parçalarını ele geçirmiş, çok geniş topraklar üzerinde de büyük devletler kurmuşlardır. Ne var ki bu devletler uzun müddet ayakta kalamamış, arkalarında acı, vahşet ve dehşet bırakarak tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Bir müddet ayakta kalabilenler; sömürü, vahşet ve zulüm çarklarını döndürebilenler ise, insanlığa bir müddet daha acı çektirmekten öte bir şey yapmamışlardır. Sebep, ya dinsizlikleri, ya mensup oldukları dinin gereğine göre hareket etmemeleri, ya da dinlerini kendi heva ve heveslerine göre tahrif etmeleridir. İnançlı ve inancının gereğini yaşayan toplumların meydana getirdikleri medeniyetler ise, devletleri zeval bulduktan sonra da etkilerini ve varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Medeniyet deyince elbette ilk akla gelen İSLAM MEDENİYETİ’dir. İnsanlık onun gibisine asla şahit olmamıştır. Bundan sonra da olamayacaktır. Çünkü İslam medeniyeti, Allah’ın varlık ve birliğine ve ahiret gününe iman gibi yüce bir inançtan beslenmektedir. Bu inanca sahip fert ve toplumlar sadece dünyalarını mamur etmek için değil, daha da önemlisi ahiretlerini mâmur etmek, ebedi saadete kavuşmak için çaba gösterirler. Nefislerine, çıkarlarına göre değil, dinlerinin emir ve yasaklarına göre hareket ederler. Yüce kudret karşısındaki bu teslimiyet; kargaşaları, kavgaları önleyerek birlikte çalışmayı, yardımlaşmayı, karşılıklı hak ve hukuka riayeti, insanî ilişkilerde hoşgörüyü, diğergamlığı, karşılıklı muhabbeti ön plana çıkarır. Çünkü merkezinde insan vardır. İnsana önem verir. İnsana da kendi emrine verdiği diğer varlıkları korumayı, doğaya karşı saygılı olmayı ve onlardan ancak meşru yoldan, dinin müsaade ettiği ölçülerde faydalanmayı emreder. Böylece sadece insanlar arasında değil, bütün varlıklar arasında akıllara durgunluk veren bir ahenk tesis edilmiş olur. İşte bu ahenkler cümbüşünden, kıyamet sabahına kadar devam edecek olan, insanlığın her devirde ve her şartta istifade edeceği, etkileneceği, dönüp dolaşıp neticede karar kılacağı İslam medeniyeti vücut bulmuştur.

Bu medeniyet sevgi medeniyetidir. Hoşgörü medeniyetidir. İsar medeniyetidir.  Hukuk medeniyetidir. Ahlak medeniyetidir. Hizmet medeniyetidir.

Bu medeniyetin muharrik gücü muhabbettir. Allah Teâlâ’ya, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e muhabbettir.

Yaratan’dan ötürü yaratılana muhabbettir, onun için muhabbet yüce bir duygudur. Bitmeyen tükenmeyen bir enerjidir. Akılların yorgun düştüğü, bedenlerin mecalsiz kaldığı, ümit ışıklarının fersizleştiği ortamlarda fert ve toplumları yeniden derleyip toparlayan, sönmeye yüz tutmuş hizmet ateşini körükleyen, kulluk heyecanını coşturan muharrik bir güçtür. Muhabbete teşne olan kalbler, RAHMAN’ın kudret elinde, bütün kâinatı kucaklayan bir inşiraha ulaşarak, yaratandan ötürü yaratılanı sevmenin sırrına muttali olurlar. LATİF’in nice lütuflarına mazhar olarak nice LETAFETLER’le donanırlar.

Muhabbet ehli için, Mahbub’un yolunda her şeyini ve hatta canını feda etmek bile bir fedakarlık sayılmaz. Böyle bir iddia Mahbub’a karşı saygısızlık addedilir.

“Allah’a ve Peygambere itaat edenler, işte onlar, Allah’ın kendilerine in’am ettiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar.” (Nisa/69) ayetinde verilen mesajı idrakle, muhabbetin itaat gerektirdiğini, itaat etmeyenlerin muhabbet iddiasının yalan bir iddia olduğunu kavrayarak, yaşantılarını Allah Teâlâ’ya, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve O’nun itaatle emrettiklerine itaat ederek TAÇ’landırırlar.

Sahabeden bir zat, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna gelerek; “Ya Rasulullah! Seni o kadar seviyorum ki sen aklıma gelince, hemen gelip seni görmesem canım çıkacak gibi oluyor. Sonra ahireti düşünüyorum, eğer cennete girersem, elbette senden çok aşağı mertebelerde olacağım. Senden ayrılmak bana çok zor geliyor. Ben cennette de seninle beraber olmak istiyorum.” dedi. Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem bir şey demedi, sükut etti. Bir müddet sonra yukarıda zikredilen Nisa suresinin 69. ayeti kerimesi nazil oldu. Böylece, o sahabenin şahsında bütün müslümanlara, cennette Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber olmak istiyorsanız, gerçekten onu çok seviyorsanız, Allah Teâlâ’ya ve O’nun Rasulüne itaat etmeniz gerekir mesajı verilmiş oldu.

Müslüman toplumlarda başka hiçbir toplumda görülemeyen o kadar güzellikler vardır ki, bu güzellikleri tâdât etmek mümkün değildir. Ne yazık ki birçoklarımız bu güzelliklerin farkında bile değiliz. Renk ve râyihâsı ile bülbüllerin mestolduğu bir gülistana, kargaların eşelenip deşelendiği pis kokulu bir mezbeleliği tercih edenler, ne utanç verici bir seçim yaptıklarının farkında değillerdir.

İslam’ın değerlerinden, İslam medeniyetinin güzelliklerinden yüz çevirip, Batının kokuşmuş yaşantısını tercih edenler, batıya özenenler, kendi değerlerinden, kendi güzelliklerinden habersiz zavallılardır.

Ecdadımız İslam’a bağlı kaldıkları, Allah Teâlâ’ya ve Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e itaat ettikleri için hem huzur bulmuşlar ve hem de huzur vermişlerdir.

İnsanlara hizmeti bir ibadet kabul etmişler, bütün canlılara şefkat ve merhametle muâmele etmişlerdir. Onun için hem insanlara ve hem de hayvanlara, kuşlara hizmet gayesiyle sayılamayacak kadar vakıflar kurmuş, vakıf müesseseleri tesis etmişlerdir. Medrese, cami, tekke, kervansaraydan tutun da sokakta başı boş, sahipsiz hayvanların bakımına, göçmen kuşlardan hasta olan, yaralanan ve dolayısıyla vakti gelince göç edemeyenlerin tedavi ve bakımlarına, evlilik çağına gelen ve fakat fakirlik veya kimsesizlikten dolayı evlenemeyen gençlerin evlendirilmelerine, kimsesiz ve muhtaç çocukların ve yaşlıların barınmaları ve bakımlarına kadar çeşit çeşit vakıflar kurmuşlar ve bu vakıfların hizmetlerini devam ettirebilmeleri için her türlü imkanı sağlamışlardır.

Diğer taraftan birbirleri ile olan ilişkilerde, alışverişlerde, aile, akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık münasebetlerinde, yardımlaşmada, karşılıklı saygı ve sevgiye dayalı çok köklü bir gelenek ve görenek tesis etmişlerdir. Büyüklere karşı saygı, küçüklere sevgi ve şefkat, kadınlara bir ana olarak verilen değer, düşkünlere, kimsesizlere yardım, destanî boyutlara ulaşmıştır.

İnsanî ilişkilerdeki karşılıklı nezaket ve edeb büyük bir hayranlık uyandırmakta, insan bu muhteşem manzara karşısında gıbta ve hasretle iç geçirmektedir. Bu nezaket ve edeb “İSTANBUL EFENDİSİ” tabiri ile simgelenmiştir. Toplumumuz bu simgeye ne kadar muhtaçtır.

Ecdadımız gayrimüslimlere gösterdikleri hoşgörü ile de temayüz etmişlerdir. Onların idaresindeki müslim, gayrimüslim herkes adalet, şefkat, merhamet ve hoşgörüye muhatab olmuşlardır. Asla şiddet ve baskıya tabi tutulmamışlardır. Bu gerçeği gayrimüslimler bile takdirle yâd etmişlerdir.

Nitekim bir yabancı şu itirafta bulunmuştur: “Eğer Türkler hakimiyetleri altına aldıkları milletlere Hıristiyanların yaptıkları gibi zorla İslamiyeti kabul ettirmiş olsalardı, ki buna kimsenin itirazı olamazdı. Bugün ne Ermeni meselesi, ne Girit meselesi ve muhtemelen de ne de şark meselesi olurdu. Oysa Türkler bunu yapmadılar. Kur’an’ı Kerim’e uyarak herkesin kendi usulünce ibadet etmesine müsâde ettiler. Böylece Hıristiyan Avrupa’nın bizzat Hıristiyan kanı döktüğü ve inançları değişik olanlara vahşice zulüm yaptıkları bir devirde Osmanlı İmparatorluğu engizisyonun bulunmadığı, yakmaların ve sihirbazlık ithamlarının mevcut olmadığı yegâne memleket oldu. Hıristiyanlar tarafından her yerden kovulan, tard ve takip edilen Yahudilerin sığınabildiği tek memleket de Osmanlı ülkesi olmuştur. Bunlar da gösteriyor ki manevi bakımdan İslam ülkeleri Hıristiyan ülkelerinden çok daha iyi yaşama şartları bahşetmiştir.” (Yabancılara Göre Eski Türkler)

Görüldüğü gibi, bizi biz yapan değerlerimize sahip çıktığımız, dinimizin icaplarına göre yaşadığımız devirlerde sadece Müslümanların değil, gayrimüslimlerin de huzur bulduğu, inançlarına göre serbestçe yaşadığı bir sığınak olduk. Herkese, her varlığa hizmet götürmeyi, dürüst, ahlaklı, edebli olmayı, ilişkilerimizde hoşgörülü, nezaketli olmayı, diğergam olmayı toplum olarak hayat tarzı seçtik ve Müslümanlardan başka hiçbir toplumun tesis edemediği ve edemeyeceği İslam medeniyetini gerçekleştirdik.

http://www.ilkadimdergisi.com/162/basyazi.htm

Türk Dünyası’na Açık Mektup! Mayıs 18, 2007

Posted by Aybars in Adalet, Ahlâk, Aile, Akrabalık, Aktarma yeteneği, Alperenler, Başlangıç, Bağlantılar, Bekarlara yardım, Birlikte çalışma, Canlılara hizmet, Dayanıklılık, Dürüstlük, Devlet, Din, Diğergamlık, Edep, Emanete sahip, Göçebelik, Güvenilir, Girişimcilik, Gurbet-gezme, Hastalara yardım, Hoşgörü, Kategorilenmemiş, Kimlik, Kimsesizlere yardım, Komşuluk, Konukseverlik, Sakinlik, Saygı-sevgi, Sevgi, Sorumluluk, Spor, Tasavvufi derinlik, Türklerin Bakışı, Uygar, Yardımlaşma, Yönetimde hoşgörü, Yenilikçilik, Zaman, İnsanlık, İnsanlığa hizmet, İstanbul efendisi.
add a comment

Aziz Türk Milleti

Dünyanın en asil ve uygar milleti iken beceriksiz yöneticiler elinde dünyanın en zayıf ve görgüsüz milleti haline gtirildin.

Kendini unuttun. Vasıflarını unuttun. Seciyeni (karakter) bilmez hale geldin. Sapla samanı karıştırıp, doğru ile yanlışı ayırdedemez duruma düşürüldün. Hafızanı kaybettirdiler.

Yeniden büyük olmak istiyorsan kendini tanımalısın. Sana hayat veren ana vasıfları bilirsen, seciye ve ahlâkını öğrenirsen, iyi ve güzel yanlarını geliştirebilir, olumsuz yanlarını törpüleyebilirsin. Ama kendini tanımazsan yok olup gidecek, koyun sürüsü haline getirileceksin.

Zararın neresinden dönersen kârdır. Sana yakıştırılmak istenen, asla senin özelliğin olmayan sıradan özellikler, senin asıl seciyen (karakter) imiş gibi sana yutturulmaya çalışılıyor. Bundan hemen kurtulmalı kendini yakından tanımalısın. Onun için de tarihine, uygarlığına, eserlerine bakmalısın. Seni asil yapan neler varsa onları yeniden öğrenmeli ve evlatlarına öğretmekle kalmayıp yaşatmalarını sağlamalısın.

Biz bir gönüllüler topluluğu olarak bir çalışma başlattık.  Bu sitede bizi biz yapan seciyemizi araştırıp milletimizin hizmetine sunmaya çalışacağız. Sen de katıl.

Yöntemimiz, sıradan özelliklerimizi anlatmak değil, davranışlarımızı yönlendiren, neredeyse genlerimize yerleşmiş ana hususiyetleri işlemek olacaktır. Seciyemizi (karakter) bu şekilde ilgililerin dikkatine sunulmak üzere ortaya koymaya çalışacağız.

Çalışmak bizden, yardım Allah’tan.

KÜÇÜK İŞLER YAPMASINI BİLMEYENLER BÜYÜK İŞLER BAŞRAMAZ! (İsmail Gaspıralı)